4 Eylül 2019 Çarşamba

DUVARIN SOĞUKLUĞUNU HİSSETMEK








İki haftadır soğuk algınlığı gibi  çok da önemli olmayan sağlık sorunları yaşıyorum.
Dün akşam da öksürük yüzünden uyuyamadım,yatağın içinde o tarafa bu tarafa döndüm durdum,bir ara dayanamayınca,yerimden doğrulup sırtımı duvara yasladım,duvarın soğukluğunu sırtımda hissettiğimde çok sevdiğim bir arkadaşımın sözleri birden beynimde şimşek gibi çaktı;
Arkadaşım Bursa'nın iyi  tanınmış ailelerinden birinin oğlu.
90'lı yılların başında arkadaşlarıyla gezerken,önde giden korunaksız bir kamyondan düşen bir tomruk arkadaşımın bulunduğu arabanın ön camının ortasından girip arka camından çıkıyor,devamını çok da ifade etmeme gerek yok herhalde,tahmin edebiliyorsunuz.
Günlerce süren koma,Azrail'e çelme,aylarca süren hastahane hayatı,sonra rehabilitasyon süreci,vs.vs.vs.
Sonrası onun deyimiyle ikinci hayat.
Bir gün nasılsın diye beni aramıştı,bende o gün başımda olan dertlerden bahsedip,bunları yaşamış bir insana ah vah etmiştim.
Sakince beni dinledikten sonra,aynı sakinlikle bana dedi ki;
'Pınar'cım hastahanedeki o zorlu süreçleri yaşarken tek istediğim neydi biliyormusun?
Yatağımda sırtımı duvara dayayabilecek kadar doğrulmak ve duvarın soğukluğunu sırtımda hissetmek,hep bunu yaşayabilmek için mücadele ettim,en sonunda sırtımı duvara dayadığımda dedim ki kendime'Tamam iyileştim ben,bana artık bir şey olmaz'
Dün akşam ben de yatakta bu kadar döndükten sonra,duvarın soğukluğunu sırtımda hissettiğimde dedim ki kendime''Yok yaa o kadar da hasta değilim,srtım duvarda....'
Yastığıma kıvrılıp uyumuşum.
Umarım hepinizin sırtı duvarın soğukluğunu hep hissetsin...

4 Mayıs 2018 Cuma

BEKLEMEYİNCE...











Beklemeyince, ummayınca, vazgeçince hafifliyor hayat: Kocaman bir yük kalkıp gidiyor üzerinden…
Kendi kendine kalınca, kimseden beklentin olmayınca, oluruna bırakınca kolaylaşıyor…
Hayatın dümeninin elinde olmadığını anladığında, vitesi boşa aldığında, rüzgara karşı durmadığında, her şeyi kontrol edemeyeceğini kanıksadığında, bazı konularda kadere güvenip boşverebildiğinde güzelleşiyor…
Kendini anlatmayı bıraktığında; insanları anlamaya çalışmadığında, buluttan nem kapmadığında, anlamsız savaşlardan kaçındığında sakinleşiyor…
Fedakarlıktan vazgeçip kendine döndüğünde, önce kendini önemsediğinde, o kadehi kendine kaldırdığında anlamlaşıyor…
“Gidemem” dediğin yerden gittiğinde, “Yapamam” dediğin sulardan geçtiğinde, kendine yolculuk ettiğinde, herkesin geçtiği
o kalabalık yollardan geçmeyip sana özel patikalardan yürüdüğünde, farklılaşıyor…
O kadar da önemli olmuyor o zaman yok yere üzüldüklerin… 
O beklediğin huzur geliveriyor birden… “Otur” diyorsun kendine,
“Konuşalım, neler geçti başımızdan…”
Kendini kendine itiraf ediyorsun, günah çıkarır gibi… 
Anlatmak iyi geliyor; ağlamak daha da iyi… 
Değil mi ki insanı en iyi kendisi anlıyor? Böylece kendi sırtını sıvazlamayı da öğreniyorsun… Otomatik pilota alıp hayatı, biraz arkana yaslanıyorsun; yavaşlıyorsun…
Yavaş yavaş anlıyorsun; sen aslında kimdin, hatırlıyorsun…
Başkalarını çok sevmeyi bırakıp, narsistleşmeden kendini sevmeyi de öğreniyorsun…
Ve işte yavaş yavaş böyle böyle iyileşiyorsun…

9 Aralık 2017 Cumartesi

SENSİZ SON İKİ YILIN ÖZETİ..







Kimi günlerin çıkıp geliverişinde kalbi yerinden oynatan bir tekinsizlik vardır,ama sen o anda hissedemezsin bunu ;
Yakalarını bin bir zahmet bir araya getirdiğin düzenine, parmağının ucunda durup kollarını oynatarak güç bela tutturduğun dengene meydan okuyan, yetinmeye karar verdiğin bir huzurlu hayatı tehdit eden,tekinsiz bir gün gelmektedir usul usul.
Başka bir yere değil, bir serüvene hiç değil; o gün seni kendine çağırır.
Bu günün gecesi, kalbinin Alkatras’ında bitecektir!
Seni, kendine, ta kendine çağıran şeylerde, hayatını yalanlayan, büyük bir yalanı ortaya çıkaracağı için seni müthiş korkutan bir şeyler vardır, tekinsiz şeyler...
Çok sarhoşken ve yalnızken aynaya bakıp yaşlandığını düşünmek kadar ürkütücüdür gelen,bilirsin.
Tekinsiz bir günün davetine icabet edersen eğer (ki buna mecbursundur), bir gecede bütün yaşanmışlıkların sıfırlanacak ve senden geriye bir tek sen kalacaktır.
Yanında yörende hesaplayarak biriktirdiğin ve "hayatım" diye adlandırdığın ne varsa bir nefeste süpürülecektir.
Oysa aslında biliyorsundur:
güzel şeylerin geldiğinde bir gün gideceğini,doğumun ölüme doğru ilk adım olduğunu,
ve en mutlu olduğun zamanların sonunda ağlanacağını...
Ve korkuyla arada bir kabuslarında görüyorsundur bu işin bir yerde patlayacağını,
"Ailem" dediğin, "gelecek" dediğin bütün o şeylerin kollarına, bacaklarına, ensene ince ipliklerle teyellendiğini, en zayıf yerlere çift dikiş atıldığını,bir gün kendine dönme zamanının geleceğini ve o bir gün hayatta tek başına kalacağını,ve o tekinsiz geceden sabaha çıkabilirlersen eğer, tek kişilik bir oyuna hazırlayacağını kendini...
Gidenin içinden eksildiği anları,mekanları,insanları görmezden gelerek,
‘’Tüh tüh ,vah vah nasıl böyle oldu?’’ sorusuyla başlayan bütün konuşmaları yok sayarak,bir süre her şeye,herkese boş bakarak,sana acıyarak bakan gözleri görmezden gelerek,
gidene,anlatılamamış hikayelere,yaşanamamış gelecek günlere,yolun ortasında dönülen bir yola,tam karşıya geçerken bırakılmış bir ele veda edip,omuzların düşük,kalbinde sönmeyen bir yangınla,bu defa gerçekten de tek başına bilinmeyen bir geleceğe doğru yola çıkarsın,
her sabah yaşadıklarının bir kabus olduğunu düşünerek uyanırsın.
Önce dizlerinin üzerine kalkmak için gayret edersin,sonra ayağa kalkabileceğin günleri beklersin.
Hoş 9 yıl önce de yaşamışsındır sen bunu,2 yıl önce tekrar açtığın aynı toprağın altına 9 yıl önce de canının öbür yarısını gömmüşsündür...
Bundan sonra her hatırada,her konuşmada durmadan için yanar.
İnsan içi çok yandığı için her saniye burnunda yanık kokusuyla yaşamaya devam edebilir mi?

Edermiş,öğrenirsin...

5 Haziran 2016 Pazar

BAZI GÜNLER...........









Günlerin demini alamadığı zamanlar vardır;
Güneş doğar ama gece karanlık perdesini çekmeyi unutur şehrin üstünden,
günaydınlar,demli çaylar,keyifli kahvaltılar bir başka güne ertelenir.
Böyle günler uygun değildir aslında başlamaya,ama başlarız.

Günlerin neredeyse hiç yürümediği zamanlar vardır;
Birdenbire durur hayatın akıntısı ‘tıp’ diye,
sadece bir kuşun sesini işitiriz uzaktan belli belirsiz,
hayatın hala devam ettiğini hatırlamak için derin derin nefesler alırız,
Böyle günler uygun değildir aslında sürdürmeye hayatı,ama sürdürürüz.

Günlerin ağırlığını kaldıramadığı zamanlar vardır:
Sözler dibe vurur;hiçbir maviliğin kaldıramayacağı bir ağırlığa ulaşır,
sessizlik dilinizi felç eder,
Böyle günler uygun değildir aslında konuşmaya ama,konuşuruz.

Günlerin surat asmaktan hoşlandığı zamanlar vardır;
Hüzün düşer yüzümüzden,bin parçaya bölünür,
İçimizdeki her şey kendini tene vurmanın bir yolunu arar,acıyı tırnaklarımızda hissederiz.
Böyle günler uygun değildir aslında gülümsemeye, ama gülümseriz.

Günlerin,diğer günlere benzemediği zamanlar vardır;
Elimize aldığımız her şey pörsüyüp söner,
biriktirdiğimizi sandığımız geçmiş,ufalanıp gider avuçlarımızdan,
parmak uçlarına kalkıp ellerini iki yana açarak güç bela oluşturduğun dengen,bir anda alt üst olur
Böyle günler uygun değildir aslında yaşamaya ama,yaşarız.

Günlerin sona ermediği zamanlar vardır;
kelebeğin ateşe yakalandığı gibi yakalanırız,
hiçbir şey anlamadan……
Akreple yelkovanın bu nedensiz duruşundan hiçbir anlam çıkaramadan……
İpi yeniden bağlayamadan ve çözemeden……
Böyle günler uygun değildir aslında ayağa kalkmaya,
Ama kalkarız……..



12 Mayıs 2016 Perşembe

NASILSIN !!!







Nasılsın!

Yaklaşık 5 dakikadır karşımdakinin suratına bakıyor gözlerim.
Anlamadığımdan,görmediğimden,bilmediğimden değil.
Aksine anlamak,görmek ve bilmek belki de beni böyle cevapsız bırakan.
Aslında vereceğim cevap o kadar basit ki;
‘’iyiyim’’demek ve bitirmek.
Ama ben o ‘’nasılsın’’ sorusunun(sonunda soru işareti yok,ünlem var dikkatinizi çekerim)
hep duyduğum,bildiğim,çoğu zaman herkes gibi denk geldiğim,hatta soran tarafından da aslında merak edilmeyen,üstünkörü sorulan ve aynı şekilde cevaplanan,içeriğinde ne merak,ne de başka bir niyet barındırmayan,içi boş bir kelime olmadığını biliyorum.
İşte bu yüzden belki de içi dolu olan,gerçek bir soruya gerçek bir cevap verme konusunda zorluk çekiyorum,ve sadece boynumu büküp hafifçe,gülümsüyorum….

Merak ediliyor çünkü yaşadığım bu kadar acının sonucu nasıl olduğum,insanlar samimi ben de en samimi cevabı vermek istiyorum.

Nasılsın!

Sahiden nasılım diye düşünüyorum şimdi.
‘’iyiyim’’ desem yalan olacak,
‘’iyi değilim’’ desem nankörlük,çok daha kötü hissettiğim 5 ay geçirdim sonuçta.
Nasılım?
Arada bir yerlerde gidip gelmek,sürekli med cezir halleri,anı anına uymamak,
veya belki de dün bir dostumun dediği gibi ‘’kendi kendine bir kuyu kazıp,dibinden bakmak hayata,kuyudan çıkmamakta direnmek’’ bu bendeki hal.
Çok dengeli aşırı dengesizlik halleri….

Neler yapıyorsun! 

‘’Gidiyorum,geliyorum işte’
''Öyle ya da böyle sürüp gidiyor hayat ‘’diyorum.
(İp cambazları gibi ince bir çizginin üzerinde kendi peşimde koşturup duruyorum,altımda güvenlik ağı da yok,kaybettiğim yolumu bulmaya,yıkılan duvarlarımı tekrar inşa etmeye çalışıyorum.
Cenneti cehenneme, cehennemi cennete taşıyarak ilerliyorum.
Bir kez daha sağ gösterip kafa göz daldı hayat,geleceğim düğüm olup kaldı boğazımın ucunda,boğulmadan çözmeye çalışıyorum ……)
diyemiyorum

Nerelerdesin ! 

‘’Hep buralardayım,denk gelmemişizdir’’diyorum.
(Nerede olduğumu ben de bilmiyorum bu günlerde,bir varım bir yokum.
Bir uyanıyorum düş,bir uyuyorum gerçek.
Ellerimi boşluğa uzattım,tutacak bir el arıyorum.
Bazen aklımın ,çokça da yüreğimdeki acının yolunda yürüyüp gidiyorum.
Bazen kendi ayaklarıma dolanıyorum,bazen de başkalarının ayaklarına basıp geçiyorum,sıkça da çelme yiyorum.
Ama ne olursa olsun yitirmemeye özen gösteriyorum hayatımın yaşanıp ta tüketilmiş, bitirilmiş karelerini.yüreğimin en kuytu köşelerinde saklıyorum tecrübe çentiği olsun diye)
diyemiyorum.

Nasılsın !

İyi olacağım …..
Hangimiz iyiyiz ki hayatta tam olarak?
Hangimiz sağlam kalabiliyoruz ki eksilmeden,eksiltmeden?
Yaralanmadan,yaralamadan.
Ama deniyoruz en azından.
Düşe kalka,önümüze çıkan taşlara çarpa çarpa yürüyüp gidiyoruz işte.
Durmak çözüm değil ve bunu çok iyi biliyoruz.

(Kayıp eşya bürolarında alınmayı bekleyen kimsesiz eşyalar gibi gözlerimi gökyüzüne dikmiş
iyi olmayı bekliyorum...)

8 Nisan 2016 Cuma

İĞNE DELİĞİ...








Sorularım mı çoğaldı bu aralar, kendime mi cevapsız kaldım bilmiyorum.
İğne deliğinden geçiyormuş gibi geliyor bana zaman;ağır aksak,acıta acıta.
Ve ben pür dikkat dikmişim gözlerimi, anlamaya çalışıyorum olanları, nedenlerini; kopmasın diye kendimle bağım.

Oysa o kadar çok kaybediyorum ki şu sıralar her şeyi;
nerede, ne zaman, nasıl bıraktığımı bilmeden,
anlamadan hatta,
kendime bile fazla gelen bir sessizlikte, denemekten vazgeçmediğim ama sonunu da asla getiremediğim yolların üzerinden sorgusuz sualsiz geçip gidiyorum,
bir tek aklımın kalan kısmını korumaya çalışıyorum.

Yalnızlığım mı ağır geldi bu aralar, kendime mi yetmez oldum bilmiyorum.
Sus pus oturup kalmışım yaşamın kıyısında bir yerlerde, elimde eskilerden kalma bir fotoğraf.
Yüreğimde üzeri kapanmamış geçmiş zaman çukurları;ellerimle kapatmaya çalışıyorum hepsini.
Her bir çukura ayrı ayrı tören düzenliyorum.

Tek başına yaşamalı insan aslında bu gömü törenlerini, yasını tek başına tutmalı, kendi asık suratını aynalarda kendinden bile saklamalı, sakınmalı insan biliyorum.

Artık anlıyorum ki;
meğer hayat, dudağımın kenarındaki küçücük bir gülümsemeymiş; bir zamanlar görmezden geldiğim, ve şimdi oturduğum yerde bu bir tek gülüşün kaybettiğim sahiplerini aradığım.
Yine de gülümsemeye çalışıyorum onca sert bakışına rağmen hayatın yüzünün tam da ortasına.
Yetmezse diye bir de kahkaha patlatıyorum.
Bu da benim avuntum işte kendimce,öcümü böyle alıyorum.
Çünkü ne yaparsam yapayım herkes gibi ben de payıma düşeni alacağım nasılsa.
Payıma düştüğü kadar,payıma düştüğü zaman,payıma düştüğü sürece...

Bekleme odası kokusu sinmiş üzerime,iğne deliğinden geçen hayatı yaşamaya devam ediyorum.

28 Mart 2016 Pazartesi

GEÇMEZ,BİLİYORSUN...




Ne garip...
Bir zamanlar varlıklarını an ve an kendine eklediklerinden, şimdi sende kalan  her günü birer birer tekrar tekrar düşünüyorsun.
Kim bilir belki de böyle avutup kendi kendini, vazgeçişlere, eksikliğe, yanlızlığa böyle alışmaya çalışıyorsun.
Sakinleşiyor gibi gözüküyor zamanla hayat.
Sakinleşiyor gibi gözüküyor zamanla insan.
Aklında, yüreğinde, vücudunun her zerresinde dolaşıp duran, çarptıkça acıtan ve bağırtan acı bile, içine yavaş yavaş yerleşip sakinleşiyor gibi gözüküyor bir süre sonra.
Oysa sen hala için yanarken burnuna gelen yanık kokusundan nefes alamıyorsun.
Bir elin aklında, diğeri yüreğinde kendine kalıyorsun sadece.
Kendinle kalıyorsun.
Sanki en başından beri hep varmış gibi içinde bir yerlerde, melodisini hatırlayıp da sözlerini unutmuş olduğun bir şarkı gibi, hayra yorarak başkalarının bakışlarındaki deliliğini, kendi kendine mırıldana mırıldana yaşıyorsun.
Suyun üzerinde sektirilen bir taş gibi belki de; ne var , ne de yok, ne içinde, ne de dışında...
Dibini görebildiğin ve her damlasını hissettiğin bir su birikintisinin üzerinde hayata değe değe durmaya çalışıyorsun.
Yaşıyorsun.
Yaşıyorsun işte böyle.
Değişen pek bir şey yok.
Hala zor ve bir o kadar acı.
Hala soruların, sorguların, kendinle, geçmişle hesaplaşmaların var.
Ve hala her şeye rağmen düşünüyor, özlüyor ve seviyorsun.
Ama işte bir süre sonra bırakıyorsun ya artık kendini hayata, acı dahil hiçbir şeyi ertelemeden, sadece kendi içinde olması gerektiği gibi yaşıyorsun.
Sakince ve zamanla geçer aldanışlarına kanmadan üstelik.

Geçmez çünkü, biliyorsun...

İzleyiciler