23 Kasım 2014 Pazar

SON ÇIKIŞ...









Yürüyorum..
Upuzun bir yolda,düşmeden bu sefer,geçmiş düşmelerimden yararlanarak.
Yalnız kendi ellerimden tutarak...
Ayaklarım ne de yorgunmuş;istediği yerlere gidememekten,
gözlerim ıskalamadan görme beklentisinden,
ellerim üşümekten,
kulaklarım dolmak bilmeyen bir çukur gibi göstermelik yaşadığınız hayatınızın ,sonuna kadar açılmış sesinden...
Ne de yorgunmuşum;
Başka başka başkalarının yönlendirdiği bir hayatı icra etmekten...
İstifa ettim ben;
bitmek bilmez beklentilerinizden,
doymak bilmez midelerinizden,
yalnız kendi mutlu olunca mutlu etmeye programlanmış beyinlerinizden,
''muş'' gibi sevgilerinizden,
ve öteki yüzlerinizden.
Ben şimdi dönüyorum; kendime doğru ağır aksak,yakın uzak demeden.
Kalabalığınızdan,kabalığınızdan,dayatma hayatlarınızdan hızla uzaklaşıyorum.
Giderek insanlığa arınıyorum ve köprüden önceki son çıkışta , şairin dediği gibi;
''Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum''...

31 Ekim 2014 Cuma

İŞTE TAM DA ORADA ...






Gözleri en uzaklara dikmenin
ve
hayatın şapkadan tavşan çıkarıp yaşanası güzel günler getirmesini beklemenin  insanı taş

kestiği bir yerlerdeyim.

7 Ekim 2014 Salı

UÇURUM...










Şimdiye kadar doğum günlerini kutladığın insanların,
sene-i devriyelerini andıkça mı başlıyor yaşlanma?
Sen dünya dertlerinde koşturmaya devam ederken,sinsice,azar azar…
Denizin yavaş yavaş aşındırdığı iskelenin ayakları gibi.
Sonra bir avuç insan,iki metre bez,bir kürek toprak,birkaç kırık dökük dua…
Aşındıkca dağılma,parçalanma…
Parçalandıkca azalma…
Bir ağacın daha yemyeşilken, hala meyvaları üzerindeyken,yıkılması gönül bahçemizden…
Ardında kocaman bir boşluk bırakması ve onulmaz bir uçurum;
bizimle hayat arasında…

25 Eylül 2014 Perşembe

HAYATIN DONDUĞU YER...







Bütün çaresizlerin son sığınağı olan “ilahi adaletten” kuşkuya düştüğün,
o adaletin tecelli ediş biçimine baş kaldırdığın,
bu baş kaldırışa verilecek cezaya bütün kalbinle razı olacak ve o cezaya aldırmayacak kadar üzüldüğün zaman,
her canlının var gücüyle tutunmaya çalıştığı hayat da anlamını yitiriyor.
6 yıl önce tam da bugün ben bunları,soğuk,ıslak bir Cuma günü yaşadım ….
25 Eylül 2008 saat 17.15...
Şimdi,6 yıl sonra,bir kez daha canı çok yanmış gerçeğimi oturdum,kendi yaramdan dinliyorum sessizce.
Yara benim,acı benim,ama giden de benim CANIM.
Ne ağlamak,ne de sana sarılıp kokunu içime çekebilmek için rüyalara sığınmak yetiyor artık..
Mücadele ettiğim tek şey şimdi kulaklarımdaki sesini unutmamak.
Her şey bir yerde dondu kaldı.
Bunlar da artık olsa olsa sözyaşlarım.
Durmuş gözüken kanın,
yalancı kabuğun,
sana söyleyecek daha çok sözü,
anlatacak çok hikayesi olan küçük kızının donup kaldığı yerdir burası.
Sen bana bir hayat verdin,bir kader yazdın ve çekip gittin,
Benimse senin için yapabildiğim tek şey gidip mermer,soğuk bir taşa senin adını vermek ve ona dua okumak şimdi.
“Bir heykel gibi çekiç darbeleriyle biçimlendiriyor Tanrı bizi.”der bir İngiliz yazar…
Bazen heykeli yaparken taşı kırıyor.
Heykel onun, taş onun.
Ama her kırılan taşın ardında, kudretli bir sonsuzluktan “neden” sorusuna cevap bekleyen kederli birileri kalıyor.
6 yıl sonra ‘’neden’’ sorusunun cevabını ben de hala bekliyorum,
Belki de insanı isyankâr kılan bu cevapsızlık.
Bir cevap arıyorsun, bir neden bulmak, seni yaratan kudrete, “bize niye böyle yapıyorsun” diye sormak istiyorsun.
Bir sessizlik bunun cevabı.
Hayatı anlamsız, yaşamayı değersiz, ölümü bile önemsiz gösteren kudretli bir sessizlik.
Ve ben bugün hayatın donduğu yerde oturmuş,bu sessizliği dinliyorum, sessizliği yaşıyorum.
“Bir heykel gibi çekiç darbeleriyle biçimlendiriyor Tanrı bizi.”
Bazen heykeli yaparken taşı kırıyor.
Heykel onun, taş onun,
Ama giden de benim CANIM.
Bugün,ağzımın içindeki kelimeler dudaklarımı içeriden kanatıyor,
Söyleyemiyorum ama biliyorum duyuyorsun,
Gittiğin yerde mutlu ol mavi gözlü dev adam………
Babam olmanla,senin kızın olmakla hep gurur duydum,ömrüm yettiği sürece de duyacağım...
''SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ?
BENİM BİR KERE ÖLDÜ,KÖR OLDUM...''

23 Eylül 2014 Salı

NEDEN EVLENMİYORUM???????








Ben yoruldum, insanlar yorulmadı sormaktan.
Neden evlenmiyor muşum?!
Kocalar kapıda sıraya dizildi de biz mi seçemedik?
Düzgün bir adam karşımıza çıktı da biz mi istemedik?
Aşık olduk da bekarlık kurumunun bize ihtiyacı var diye biz mi kaçtık?

Herkes evlenmek zorunda sanki…
Sevip aşık olmadığın biriyle evlenmektense evlenme daha iyi…
''Kısmet'' demekten dilim damağım kurudu. Olmayacak dualara amin demekten dudaklarım yoruldu.
O yüzden evlenmedim.
Yukarı tükürsem ıssız adam, aşağı tükürsem odun!
Hangisiyle evlenelim?

Zaten evlenince de hayatımıza kuş mu konuyormuş sanki?
Belediyenin bana da   verdiği yetkiye dayanarak şunu söyleyebilirim ki, hazırlıkları da dahil olmak üzere total olarak kocaman bir fiyasko evlilik.
Hangimiz gümüş makasa pul yapıştırıp kurdele sarmak istiyor?
Nişan tepsisi almak için kaç saatinizi sokaklarda geçirmek istersiniz?
O kadar zor ki her şey; buzdolabı seçmek bile problem.
Bütün sülalenin parmağı her işinizin içinde maşallah!
Gelinliğiniz hakkında bile her kafadan çıkan milyonlarca konuşma baloncuğu…
Biri ak diyor öbürü kara!
Aman da herkesin gönlü olsun derken, iki gönül bir olunca seyran olacak samanlık dar geliyor insana.

Düğün olayını hiç anlamış değilim keza.
Neden bir adamla aynı evde yaşamaya başlıyorum diye amcamın oğluyla karşılıklı Ankara havası oynuyoruz ki?
Üstelik üzerimde beyaz ve ters bir mantar kostümüyle!
Bir de boyumdan büyük bir pastayı kılıçla kesiyoruz yanımdaki penguen kostümlü kocamla!
Sebep?

Peki ya mutlu sondan sonra?
Bulaşığı, yalaşığı gırla evin içinde…
Oje bile süremiyor insan.
Sürsen bile yemek yaparken, bulaşık yıkarken bozuluyor zaten.
Bütün gün işte çalış, aksam eve gel yemek yap, ortalığı toparla, bulaşıkları yıka…
''Aman tanrım yarın kaynanam geliyor'' sendromu da cabası…

Hepi topu bir pazar günümüz var o da ütüye kurban gidiyor.
Bir de evin içinde dolaşan erkeksinin kılı tüyü pisliği…
Sinirleri kulak memesi kıvamında cılklaşan kadın çemkirmeye başlıyor.
Ardından kavgalar gürültüler ve ta tam! Hadi bakalım ''ben annemin evine gidiyorum Hüseyin''!
Ondan sonra adliyenin önü boşanma kuyruğu…

İşte bu yüzden evlenmiyorum teyzelerim amcalarım.
Hala bu yaşanacak, anlat anlat bitmeyecek sıkıntıları bana pembe gösterecek biriyle tanışmadım da ondan evlenmiyorum.
Sırf sarılıp uyumak için bu kadar yükü taşıyabileceğimi düşündürmedi kimse de o yüzden hala yalnız yaşıyorum.
Bir gün biri gelir, ''al bu da senin aptal cesaretin hadi evlenelim'' der ve beni ikna edebilecek kadar aşık ederse, ben de evlenirim belki.
İşte o zaman gelini öpebilirsiniz.

Ama şimdilik french manikür ojelerim bozulmasın diye evlenmiyorum.

1 Eylül 2014 Pazartesi

BEKLEMEK...




Bazen tek bir cümlede takılıp kalıyorsun; virgüle ihtiyaç görülmemiş, noktası çoktan konmuş tek bir cümle. Her kelime çekip gidiyor yanından, her sözcük başka başka anlamlarda başka hayatlarda yer buluyor.
Gün geceye dönüyor kaç kez, iklim değişiyor. 
Bildiklerin bilmediklerine yenik, sen bir orada bir burada, ne kendine, ne hayata sığmayan kimlikler yaşıyorsun. 
İçinde birikmiş ama bir türlü kuramadığın cümleler. 
Hep devrik kalıyor başkalarına sığınmak...

Sonra birden; 'ben benim' diyorsun, akıyorsun zamana. 
Zamanda ağır aksak yaşamaya çalışıyorsun. 
Hangi sen içinin sindiği,
hangisi koca bir tuzak,
hangi sen sana hiç olmadığı/n kadar uzak hiç düşünmeden...

Bazen tek bir cümleye takılıp kalıyor işte hayat.
Tek bir gecenin sabahı bekleniyor halihazırda, tek bir dokunuş tendeki, yüzdeki tek bir gülüş, tek bir bakıştaki göz, tek bir dildeki söz...
Zaman işte tam da orada donup kalıyor.
Sözcüklerin kalmıyor yeni cümleler kurmaya...
Suskunluğun kendi içine bile sığamıyorken ne kadar da zor duyuluyor başkalarının sözlerinde fısıldanmak...

Sonra birden; ''ben kimim diyorsun'', soruyorsun zamana. 
Zamanda o kaybettiğin kendini arıyorsun. 
Hangisi gerçekti, hangisi sadece bir düş, hangisi yüreğinden, aklından telafisi olmayan bir düş/üş hiç anlamadan...

Bazen...
Geçip gidiyor da herşey
Sen sadece bekliyorsun.
Aslında kendini;
Sadece kendini beklediğinin farkında olmayarak...

18 Ağustos 2014 Pazartesi

ÖBÜR YARIM....YARIM.......



Herkesin kendi sözcükleri var kimi zaman anlatmaya yetmeyen,
Ve herkesin kendi öyküsü var anlatmakla bitmeyen,
Yaşadıkça sızlatan,
“Herkes korktuğu bir şeyden kaçıyor hayatı boyunca; kimi tutuklu kalacağı bir aşktan, kimi ayrılmaktan, kimi doğduğu yerden, kimi yalnızlıktan...
Kimse, bir hikâye yarım kalırsa ne olur diye merak etmiyor;
Kimse arkasında bıraktığına ne olacağını düşünmüyor giderken,
Ve kimse birini yarı yolda bırakana dönüp bir şey söylemiyor,suçlamıyor onu...
Çünkü herkesin ardında bıraktığı bir suç var mutlaka...
Herkesin bir yarımı duruyor arkada,
Hikayenin başında ‘’Öbür yarım’’ derken ‘yarım kalan 'olarak değişiyor ifadeler,
Birbirine değmeden koşanları izlerken,
‘gitmek herkesin hakkı da, giden herkes haklı mı’ diye soruyor insan içinden.
Herkes kendi hikayesine başlarken,’ateş düştüğü yeri yakar mantığıyla’ kendine yetecek kadar merhemle çıkıyor yola,
Kimsenin kimseye merhem olacak hali yok.
Ve gidenler,yollarını kaybettikleri bir gün,
Kırdıkları kalplerin kırklarının dönerken ayaklarına batacağını bile bile,
Dönmeye niyetlendiklerinde,sadece masum görülebilme ihtimalini seviyor,
Bir vicdan taşıdıkları ve günahkar sayılmadıkları ithtimalini,
Ya seninki si hangisi
Hep aynı başlayan hikayelerin
Sendeki sonu ne?
Senin hikayenin maktülü kim katili kim?
Onu ilk gördüğünde katilinle karşılaşmanın paniğiyle,bir köşeye saklanıp derin derin nefes aldın mı?
Yoksa aslında sen yarım bırakan katillerden misin?
Yarım bıraktıklarınız arkanızdan ağlar" derdi annelerimiz biz daha çocukken,
Hep annelerinin sözünü dinlemeyen, çocuklara aşık olduğumuz için mi ağlıyoruz??.
Haydi sen de kendi hikayeni anlat bana,
Haydi yarımlarımızı paylaşalım beraber bu akşam,
Bir bütün etmeyeceğini bile bile……

23 Temmuz 2014 Çarşamba

GÜNEŞ ÇIKTI...



Yazmayan kalemleri,
sayfası bitmiş defterleri,
kulpu kırık fincanları,
‘Zayıflayınca giyerim’ kotunu,
son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri,
arka balkona tıkıştırdığınız, bir gün yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur dediğiniz o sandalyeyi,
dibi kararmış tencereyi,
taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o anahtarları,
sırf genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı,
çekmecenin dibindeki müzik kasetlerini (kaset mi kaldı allah aşkına)
Atın...
Ohh bir ferahlayın bakalım,tamam mı?
Şimdi ihtimalleri atın.
‘Olacaktı, son anda olmadı’ları atın, olmamış işte.
takılıp kaldığınız o günü,
düşünüp durduğunuz o lafı,
Atın...
Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin aklınızda kalan son görüntüsünü,
alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan o ‘olayı’,
Atın...
O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifini,
kestiğiniz eski gazete küpürünü,
içinizi kemiren o ukteyi,
Atın...
zamanı gelince yiyeceğiniz soğuk intikam yemeğini de dökün.
Soğuk yemeğin hiç tadı olmaz, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.
Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (faturaların altında duruyor)
depodaki koşu bandını,
Atın...
Cevabı olmayan soruları,
kaçırdığınız fırsatları,
atıldığınız işleri,
beceremediğiniz ilişkileri,
kişisel gelişim kitaplarını,
Atın...
Arkanızdan konuşanları,
önünüzü kapayanları,
alamadığınız terfiyi,
oturamadığınız evi,
‘Şimdiki aklım olsa’ları,
aldığınız en kötü karneyi,
hatta en iyi karneyi,
çalışmayan saatleri,
işe yaramayan fikirleri,
kaçan trenleri,
zamansız yaşlandıran dertleri,
‘O gün’ olanları,
halının altına süpürdüklerinizi,
dolabın dibine iteklediklerinizi,
Atın....
Bakın, ne güzel güneş çıktı......

17 Temmuz 2014 Perşembe

SUSMAYA NE DERSİN?




Söylenecek hiçbir şeyin yoksa, susmaya ne dersin?
Söyleyecek sözü olanları dinlemeye, anlamaya ne dersin?
Kitap sayfalarının arasında dolaşmaya...
Kâinatı okumaya...
Suratını okşayan rüzgârı, saçlarını ıslatan yağmur damlasını, ayaklarındaki kum tanelerini hissetmeye...
Güneşin batışını, hayata dair anlatacakları olan bir filmi, yıldızları, uzaklaşan bir gemiyi izlemeye...
Hastanedeki hastaları, cezaevlerindeki mahkûmları, kabristandaki mezar taşlarını görmeye...
Yollardaki bir taşı, bir düşeni, bir kendini kaybedeni kaldırmaya ne dersin?
Biraz düşünmeye, geçmişe, geleceğe gitmeye...
Sorular sormaya, hayata, kendine, dünyaya dair...
Kafa yormaya, hep ertelediğin konularda...
Bir cevap bulmaya, bir cevap veren bulmaya; içinden çıkamadığın problemlere dair...
Söyleyecek hiçbir şeyin yoksa, söyleyecek bir şeyi olanlardan bir şeyler öğrenmeye ne dersin?
Bugüne kadar söylenmiş sözlerin üzerinde durmaya;
kiminin altını kırmızı, kiminin mavi, kiminin siyah kalemle çizmeye;
kiminin üstünü çizmeye,
kimine bir harf, bir kelime, bir ünlem eklemeye ne dersin?
Yeni bir şey söylemeyeceksen, daha önce söylenmiş sözleri bu kadar yüksek sesle, bu kadar kendi keşfinmiş gibi bağıra bağıra söylememeye ne dersin?
Kendini biraz hesaba çekmeye,
cevaplarının doğruluğunu kontrol etmeye,
hatalarını kabul etmeye...
Biraz bozmaya ezberlerini...
Biraz değiştirmeye kurduğun cümleleri...
Teslim bayrağını çekmeye...
Yeni şeyler öğrenmeye...
Yeni şeyler söylemek için susmaya...
Ama susarken de içine hiçbir ima katmadan, sadece susmaya...
Bir şey biliyormuş gibi değil.
Kâle almıyormuş gibi değil.
Kendini ağırdan satıyormuş gibi de değil.
Gümüş olan söze tercih edilesi bir altın değerinde olduğundan hiç değil...
Daha yolun başındaymış,
daha öğrenecek çok şeyi varmış,
söyleyecek hiç ama hiçbir şeyi yokmuş gibi susmaya...
Bir "Konuşursam yer yerinden oynar havasında" değil.
"Fırtına öncesi sessizlik" gibi de değil.
Sesini akort ediyormuş gibi hiç değil.
Söyleyecek sözü olmayan herhangi bir insan gibi...

Susmaya ne dersin?






















25 Haziran 2014 Çarşamba

KİRPİ MESAFESİ........






Deniz kenarında sabah yürüyüşü,
Günün doğuşuyla ağaran tan…
Gecenin yaşantılardan,kirinden,pasından temizlendiği’’Yeniden doğuş anı’’
Ağaçların huzur veren duru yeşilinin içinde ilerlerken,kıpırtısız bir denizin sakin rüzgarı yüzüme vuruyor….
İyot kokusunu içime çekiyorum zevkle,
Bu sabah görüyor,hissediyor,yaşıyorum…..
Yeni doğan güneş yaramaz bir bebek eli gibi elmacıklarımı okşarken,bir kirpi yavrusu geçiyor önümden.
Temkinli bir kirpi yavrusu…
Belki yiyecek,belki de sığınacak bir yer arıyor kendine…….
Sanki bir an göz göze geliyoruz,hızla kaçıp gidiyor.
Kirpinin arkasında bıraktığı iz bana uzaklıkları sorgulatıyor ve bir yazarın sözü geliyor birden bire aklıma..
‘’Canımızı asıl acıtan uzaklıklar değil,göze alamadığımız yakınlıklardır…..’’’
Bir yerde okumuştum,kirpiler kış gelince ısınmak için birbirlerine sokulurlarmış.
Ama bu mesafe o kadar iyi ayarlanırmış ki;ne dikenini batıracak kadar yakın,ne de esen sert rüzgarları sızdıracak kadar uzak……
Ne çok yakın,ne çok uzak,yeterince,kararınca……
Aradığımız her şeyin yanıtı doğada var aslında.
İnsan yaşamına soktuğu insanlarla bir kirpi boyu mesafe bırakmalı arasında.
Ne dikenleriyle kanayacak kadar yakın,ne de soğukta donacak kadar uzak olmalı.
Isıtmalı ama yakmamalı,kanatmamalı……
Hem yakınlıklarla,hem uzaklıklarla dost,bir kirpi boyu…..
Ne çok yakın,ne çok uzak,yeterince,kararınca……

1 Haziran 2014 Pazar

UYUTULDUK BAYIM....







Esir bile değiliz artık…
Esaret farkındalık gerektirir çünkü.
Uyuyan güzel masallarıyla uyutulmuş,
Cindrella’nın ayakkabısı hayalinin peşinden koşan unutulmuş çocuklardık bir zamanlar,
Önce masallarımız çalındı,sonra uykularımız…
Doğadan uzaklaştırılırken,farkında değildik;bizden aldıklarını bin misli karşılıkla bize tekrar satacaklarını…
Sokaklarımızdan topları,bahçelerimizden çiçekleri,şehirlerimizden meyveleri kopardılar.
Bir uçumluk kanatlarımız,bir kanımlık çocuk neşemiz vardı evlerimizin avlularında,
aldılar…
Ağaçlardan elma toplayan,dizi yara bere içinde,yaşamı oynarken anlayan çocuklardık;
bir göz açımı mesafede organik pazarlara saçıldık…
Önce sevdiklerimizden ayırdılar bir bir,
İşti,ekmekti,mektepti derkenbir annenin eliyle uyanmak en büyük lüksümüz haline getirildi.
Evlerimizin en gösterişli yerlerinde duran televizyonlar inceldikce,kabalaştı insanlığımız.
Bizim kenarı yakılmış mektuplerımız vardı,öpücüklerle süslenen,
Daha iyi bir hayat uğruna faturalar birikti posta kutularında aşk mektupları yerine…
Doğum günlerimizi en yakın arkadaşlarımızın değil de bankaların hatırlaması hep bu yüzdendi.
Sistem inanılmazı başardı,göle maya çaldı;
tuttu….
Masalsız,hayalsiz,beklentisiz,inceliksiz bir neslin çocukları büyürken,
Kuştüyü yastıklar sunuldu insanlara,
Hiç hissettirilmeden,ağır ağır kana karıştırırılarak uyutulduk.
Kendi hayatlarımızın ardından bakakaldık…
Düşlerimiz somun somun soğutulurken bir köşede,anlayamadık…
Uyutulduk bayım,çocuklarımızın asla bilemeyeceği masallarda biz unutulduk….

25 Mayıs 2014 Pazar

BİLMEK İSTİYORUM.......







Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor.
Neyi özlediğini,
kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor.
Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.

Ayın etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor.
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını,
hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığın,
daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.
Saklamaya,
azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum.
Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını,
insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan,
bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.

Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını;
ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.

Güvenebilir ve güvenilebilir olup olamayacağını bilmek istiyorum.
 Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum.
 Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını;
Bir gölün kenarında durup gümüş Ay'a EVET! Diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.
Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor.
Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum.

Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor.
Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.

 Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor.
Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.

Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum...........

10 Mayıs 2014 Cumartesi

ANNEM'E...






Yürekle aklın çatıştığı,sözün yalanla yarıştığı,
Gerçekle düşün karıştığı zamanlardayız artık...
Koca bir ömrün kırılganlığı üzerinde.
Yüzündeki koca tebessüm saklamaya çalışsa da hüznünü böyle olsun istemezdin aslında biliyorum.
Biliyorum hep üçümüz olalım isterdin. 
Ama sen var olana karşı çıkarak yüreğinle, en doğru sözlerinle, düşlerinde yaşamaya devam ediyorsun bizi. 
Ve ''düşlerinden vazgeçme sakın'' diyorsun bana. 
Yaşadığım her kırgınlığı ne kadar saklamak istesem de faydasız,
annesin ya yüreğinden, yüreğimden anlıyorsun...
Kendin için değil sadece benim için yaşadığın koca bir dönem var hayatında. 
Ömrünün 46 yılında izim var. 
Ömrünün 46 yılında sadece benim ömrüm var. 
Bunun için bile bir ömür vermeye değer sana.
Canımın iç köşesi annem,
Ne mutlu bana,varsın,yanımdasın,
arkadaşım,dert ortağım,yaşama amacım,başımın tacısın.
Anneler günün kutlu olsun,her günümde yanımda ol,
Seni çok seviyorum...

27 Nisan 2014 Pazar

KENDİME SATAŞMALAR...







Saklandığın yerlerden vuruyor hep zaman.
Sustuğun yerlerden acıtıyor en çok canını. 
En büyük yalanı kendine söylüyor da yüreğin, zamanı kandıramıyorsun işte. 
Kaçış yok. 
Geldiğinde kapatamıyorsun kapını...

Oysa sen de biliyorsun herkes kadar yalnızlığın. 
Ne eksik diğerlerinden, ne daha fazla. 
Sen sadece öznesi yapmışsın cümlelerinin. 
Yetinmemiş küçük harflere sığdırmaya çalışmışsın. 
Bilinmeyen bir dilden geliyor ya hani bazen kendine bile sesin. 
Bundandır ağırlığı...

Başı sonu belli olmayan yolculuklarda geçiyor ömrün. 
Öyle çok dalıp gidiyorsun ki bazen, kendi izini kaybediyorsun kendi içinde. 
Geçmişte kaldığın yerlerde mi aramalı seni, geleceğe varmalarda mı beklemeli bilinmez. 
Aralarda bir yerlerde sıkışıp kalmışlığın.
Yüreğin sanmaktan yorgun, aklın hep varamadığın yerlerde takılı.

Oysa sen de biliyorsun herkes kadar üşümen. 
Ne daha az diğerlerinden, ne daha çok. 
Sen sadece gecelere kurmuşsun düşlerini, yastık altında sakladığın. 
Gündüzleri gerçeklerin zamanında yaşıyorsun. 
Ses etmediğin acılar biriktiriyorsun yüreğinde damla damla. 
Bundandır fazlalığı...

Zaman hep koşar adım gelip geçiyor yanından. 
Geçerken her seferinde, hızla çarpıyor sana. 
Şöyle bir yalpalatıyor, silkeliyor seni. 
Geçmişin dikişleri atıyor, hafifçe kanıyor yüreğin. 
Sendeliyor ama düşmüyorsun. 
Ardına bakmadan çekip gidiyor sonra zaman. 
Dudaklarında acı ama tanıdık bir tebessüm bırakarak...

Görüyorsun bir tekerleme gibi sürüp gidiyor işte hayat. 
İçinde eskilerden kalma silinmez izler. 
Dilin döndüğünce yaşamaktır çalıştığın. 
Dilinin dönmediği yerlerdeyse geçmişe sarılırsın. 
Zamanın merhametine sığınıp, kendinden kaçarak...

6 Nisan 2014 Pazar

NE OLMASINI BEKLİYORSUN?



Ne olmasını bekliyorsun?
Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun?
Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi  umuyorsun?
Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın!
Sistem böyle çalışmıyor!
Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon, aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan, hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!
Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın!
Her şeyden önce farkına varacaksın!
Hangi öğretiye inanırsan inan, üstün körü anlamayacaksın.
Bir bilgiyi gerçekten hayatında uygulayamıyorsan, o bilgiye sahip olduğun yanılgısına kapılmışsın demektir. Kendini kandırmayacaksın!
Gerçekleri anlayacak, sonu her ne olursa olsun kabul edeceksin.
Bazen bildiklerin, öğrendiklerinin acı verir,onu da yaşayacaksın.
Önce kendinin, ne olduğunun, nelere sahip olduğunun, gücünün, yeteneklerinin, bu hayata neden geldiğinin farkına varacaksın.
Hayatını, gereksiz şeyler uğruna harcamayacaksın.
Kalbinde yaşadığın her duyguyu aşk sanıp, peşinden çöllere düşmeyeceksin.
Aşkın adını ağzına almadan önce, uzun uzun düşüneceksin,
yüreğinle yüzleşeceksin.
Sevgiyi, tutkuyu, şehveti, alışkanlığı, çekimi, aşkı birbiriyle karıştırmayacaksın, ayırt edeceksin.
Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin senden daha önemli olduğunu düşünmeyeceksin.
Bedenine, ruhuna, aklına sahip çıkacaksın.
Hak etmeyenin ardından yas tutup, bunu da aşka bağlayıp, aşkın şanını kirletmeyeceksin.
Kendini tanıyacaksın, hem de çok iyi tanıyacaksın!
Kimleri, neden ve niçin seçtiğini bileceksin.
İnsanız hepimiz, elbette zayıflıklarımız, düşkünlüklerimiz, saflıklarımız var
ancak kendi huylarını, eksiklerini iyi tahlil edeceksin.
Ardından gözyaşı döktüğünün adını doğru koyacaksın!
Yıllar süren yaslar yaşayıp, unutamadığını iddia edeceğine, neden hayatına başlayamadığını çözeceksin. Korkularınla yüzleşeceksin.
Yattığın yerden, kurduğun hayale uygun bir beyaz atlı prens beklemeyeceksin.
Aklın çalışacak, elin ekmek tutacak, kimseye boyun eğmeden yaşamanın lezzetini bileceksin.
İster kocan olsun, ister oğlun, ister anan, ister baban, kimsenin sevgisiyle hükmünü birbirine karıştırmayacaksın.
Ezilen, zavallı, akılsız olmak kazandırır gibi dursa da, sonunda mutlak kaybettirir; bunu unutmayacaksın!
Başkalarına değil, kendi gücüne inanacaksın.
Birinin boynuna asılarak durursan, karşındakini yormakla kalmazsın, bir gün kendi kolların bile çekemez ağırlığını düşersin; kimseye dayanmayacaksın!
Dünya da sensin, evren de!
Kendini geliştireceksin.
Büyüyeceksin, olgunlaşacaksın.
Ruhunu da, aklını da bedenin gibi besleyeceksin.
Önce sen büyük olacaksın, farkında olacaksın, sonra dünyanın zevklerinin, aşkın, hayatın tadını çıkaracaksın. Emanet hayatlara tutunup, ömrünü harcamayacaksın.
Ne olmasını bekliyorsan, sen öyle oturdukça, olmayacak.
Boşuna hayal kurmayacaksın!




25 Mart 2014 Salı

BEN...





Aynı şarkıyı arka arkaya dinleme manyaklığı olan,
sabah suyu yüzüne çarparken suyun bileklerden dirseklerine akmasına sinir olan,
buzdolabını açıp boş boş baktıktan sonra kapayan,
kulağında mp3 ile gezerken klip tadında yürüyen,
ellerini,ayaklarını  bir türlü ısıtamayan,
çift bölmeli çakmakta her iki tarafta gaz seviyesini dengeleme ihtiyacı duyan,
girdiği kapalı bir mekanda ilk önce çıkış kapısının nerede olduğunu arayan, 
masaya oturduğu zaman ilk olarak bacak bacak üstüne attığında ayaklarının kimseyi rahatsız etmeyeceği bir pozisyonu arayan, 
küçükken radyodan kaset dolduran , 
milimetrelik iki eli birden doluyken elektrik düğmesini burnuyla açıp kapayan,
otobüsü kaçırınca gurur yapıp arkasından koşmayan,
yere para düşürürse yanlış anlaşılır diye eğilip akmayan,
eşşek kadar kızların 3 yaşındaki kızlar garip bir çocuk konuşmasıyla şımarıklık yapmalarına sinir olan,
yolda giderken kaldırımdaki karo taşların çizgilerine basmamaya özen gösteren,
bahar yağmurlarında çıplak ayakla sokaklara fırlayıp ıslanmaktan büyük keyif alana,
 sadece gülünmemesi gereken yerde gelen gülme krizinin verdiği haz ve acıyı birçok kez yaşamış olan,
bir türlü insanlara güvenmemesi gerekirken her defasında aynı hataya düşen,
kazanmışlıkları ve kaybettikleriyle güçlenen, 
hayatı sil baştan yaşamayı seçen
'' koca dünyanın bir nedeni de ben olayım'' diyen bir insanım ben...
Bunları neden mi yazdım?
Bilmem....
Adımı bildiğiniz kadar,hikayemi de bilin istedim belki...

18 Mart 2014 Salı

HAYAT, BEN VE 46 .YAŞIM...




Hayat tam orta yerinden kırıldım sana.
Aklım bir yana düştü şimdi, yüreğim diğer yanda,
cebimde küstüklerim.
Kendi gözümün körü kendi sözümün yalancısı gibiyim.
Nakaratı olmayan bir şarkı dilimde.
eksik yazılmış,
eksik bırakılmış.
Kime söylesem anlamıyor.
Ezberinde kalmıyor.

Hayat tam orta yerimden kırıldım sana.
Ne sözünde durabildin bunca zaman,
ne de sözümü geçirebildim o umursamaz tavrına.
İçimde söyleyemediklerim...

Bir dönme dolap gibi kah yukarıda, kah aşağıda geçip gidiyor günlerim.
Üzerimde hep bir neye niyet neye kısmet halleri.
Başı sonu belli olmayan yerlerinden yakalanıyorum ya çoğu zaman sana,
yırtık düşlerimin arasından hep gerçek sızıyor.

Hayat bilirim sağlaman yok senin.
Bakma sen benim ağlayıp sızlanmalarıma.
Alacağım yok hiçbir yürekten.
Ben sevgimi kimseye borç niyetine vermedim.
Ne yaparsam yapayım gözünün önünden ayırma sen beni.
Aklımı yerinde tut,
elinde tut sen.
Ben hep yaptığım gibi, yine yüreğimin sesindeyim,izindeyim...

Bugün bir sayfayı daha çevirdim yüreğimden.
Çevirip te ardımda bıraktım.
46. sayfadayım şimdi.
Yazmaya kalem yeter mi?
görmeye göz, duymaya kulak, yaşamaya yürek değer mi bakalım.
Değecek mi?
Dolup da bitecek mi bu sayfada...
Bitip de çevrilen diğer 45 sayfa gibi...

Hoş geldin 46 yaşım.
Az önce kapıda giderken karşılaştığın 45 yıl ev sahipliğimden pek hoşnut olmadı.
Umarım sen memnun kalırsın.
Buyur, şöyle baş köşeye oturmaz mısın?

16 Mart 2014 Pazar

HALET-i RUHİYE

Halet-i ruhiye mevsim normallerinde seyrediyor,
Dingin,oldukca sessiz,ara sıra sağanak yağışlı,
Donuk güneşli,
Suskunum bu aralar,
Kimse anlamıyor sebebini,
Susmanın acemisiyim oysa,
Aslında susmuyorum ama bir ben biliyorum bunu,
Düşüncenin sessiz çığlıklarına düştüm,
Dilimin felcinde,çalan bütün telefonlara,sunulan bütün sevgilere,benim adıma verilmiş bütün kararlara kepenklerimi kapayıp,
Sadece basit bir hayatı özlüyorum,
Aynı Nazım'ın özlediği gibi,
Ve aynı onun yazdığı gibi,

Basit yaşayacaksın. BASİT

Mesela susayınca su içecek kadar basit...
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi...
Sevince lafı dolandırmadan söylediğin
"seni seviyorum" gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana...
Basit, sıcak bir öpücük;
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatinin kavgasını,
öpücük için yiyeceksin hayatinin dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya
kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman,
ve yola çıkman arasında geçen süre;
Kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve
yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdiklarini;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak:
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin
kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada,
parmakların en kıymetli çatalın.
Yine, ayni parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir "fa diyez"in mutluluğunu.
Makyajı ilk "a" sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
"Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediğinde ve
Çok normal olacak "onu da" bilemeyisin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir "istemiyorum" diyebilmeye,
Ne durduğu fark etmeyecek abanin altında.
Saatin, sadece saati gösterecek,
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,
Küçük bir not defteri olacak "bilgini" en hızlı "sayan".
Basit yasayacaksın, basit.
Sanki yasamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...

İşte beklediğim bu...........

9 Mart 2014 Pazar

AHVAL...








Nasıl mıyım?!..
Arada leyli,sık sık terelelli.
Bazen salıyorum çayıra keçileri;
bir bakmışım hepsi başıma toplanmışlar..
Hüzüne yoldaşlık yapıyorum ara sıra..
Ya da kahkahalarla gülüyorum olura olmaza deli gibi..
İştahım yerinde merak etme..
Epey ayıp örttüm son günlerde..
Bahçede çer çöp bırakmadım..
Bende bırakılanlar hala yerinde..

Öyle derinde,öyle derindeki yaşadıklarımın artıkları;
Yetişmiyor elim kolum..
Belli de olmuyor ki sağım solum?..
biraz vurgun yemiş haldeyim..
Ama şükür..Herşeye rağmen kendimdeyim..

Nasıl mıyım?!.
Sağ yanım,sol yanımı idare edip gidiyor işte..
Sadece kalbim fazlaca serzenişte..
''Bittiler''diyorum anlamıyor,
''Gittiler''diyorum inanmıyor!..
Bu çetrefilli bitişte, akılla yürek bir olmuyor..
Gündüzün telaşına satıyorum da hasreti;..

Şu geceler yok mu...
ve şu kalem..
Uykuya takatim kalmıyor!..
Ama iyi bakıyorum kendime!..
Kendime söz verdiğim gibi dert eklemiyorum derdime..
Üç geri,bir ileri adımlarım..
Merak etmyin sakın..
Elimi hiç bırakmıyor anılarım..

Nasıl mıyım?!..

Öyle işte!...













16 Şubat 2014 Pazar

AÇIK YARAM......



Acısı uyuşturulmuş açık bir yara benimkisi,
açısı çok geniş,kendisi küçük bir yüreğe yerleştirilmiş.
Bugün evimin balkonunda otururken,yokuştan yukarı çıkan bir adamı sana benzettim,
sen evine geliyorsun zannettim.
Bir kez daha ciğerim yandı,
Bir kez daha yaram kanadı.
''Sonu ne olursa olsun önemli olan yoldur'' demiştin bir keresinde bana.
Beni kendi hayatımın yoluna sen çıkardın,
Ağlarken dizlerinin rahatlığını,
Birlikte karşı koymayı,
Direnmeyi,
Kalbin,aklın ve cesaretin birlikte hareket ettiklerinde kendi hikayelerimizi ne kadar anlamlandırdığını öğrettin.
Sen gittiğinden beri kör bir atım artık,ama vurmuyor hayat,bacağımın kırılmasını bekliyor.
Korkma kırdırmayacağım bacağımı,
bana öğrettiklerinle düşmeden ilerleyeceğim
Ve en sonunda hayat ta benden özür dileyecek.
Göreceksin......
Gittiğin yerde mutlu ol...


5 Ocak 2014 Pazar

HENÜZ....



Henüz vakit var,
Henüz söylenmemiş şarkılar var.
Yaşanmamış aşklar ,
tutulmamış eller , 
doğmamış çocuklar , 
yakılmamış sigaralar,
 içilmemiş kahveler, 
söylenmemiş sözler , 
edilmemiş küfürler var .
Henüz okunmamış kitaplar ,
 izlenmemiş filmler , 
tadılmamış tatlar , 
görülmemiş yerler , 
gülünmemiş espriler ,
gezilmemiş şehirler, 
kırılmamış kalpler var .
Henüz yazılmamış cümleler ,
tanışılmamış dostlar ,
çiğnenmemiş yasaklar , 
yıkılmamış umutlar , 
parçalanmamış hayatlar ,
görülmemiş günler var .

Henüz daha çok vakit var ....

İzleyiciler

Blog Arşivi