29 Nisan 2010 Perşembe

ZAVALLI POLYANNA

'Polyanna' modunda annemizden doğduğumuzda gözümüzü açtığımız dünya 'Alice Harikalar Diyarında' tadında olsaydı,hayatımızı sürdürürken,hayat labirentlerinde  'Hansel ve Gretel' gibi hiç kaybolmasak,önümüze sık sık 'Allattin'in sihirli Lambası' çıksa,bütün isteklerimiz bir dilekle gerçekleşse,bize yalan söyleyenlerin burunları 'Pinokyo' gibi uzasa,yaşarken hiç bir zaman 'Pembe Panter' gibi yağmur bulutları üzerimizde dolaşmasa ve bir gün 'Pamuk Prenses' gibi yakışıklı bir prens tarafından öpülüp,'Kül Kedisi' gibi fakirlikten kurtulup saraylarda ömrümüzün sonuna kadar yaşasak ne güzel olurdu değilmi?
Ama yok öyle bir dünya.........
Bu masalları anlayamayacak kadar minik bebeklere,masal dinleme çağı henüz geçmiş çocukların tecavüz edip onları öldürdükleri bir mahşer yeri burası.
Polyanna'yı da en son Boğaz köprüsünün parmaklıklarında görmüşler,elinde intihar mektubuyla.
En altta 'Çok mutsuzum' yazıyormuş...........

21 Nisan 2010 Çarşamba

3000 DEĞİŞİK PINAR TARİFİ

İÇİMDEKİLER

Hayal kırıklığı          1 Ton
Yalnızlık                  100 Kg
Sevgi                      Kucak Dolusu
Nefret                    1 Tutam
Yaşama Sevinci      1 Çay Kaşığı
Pişmanlık               Göz Kararı
Sıkıntı                    1 Bağ
Delilik                    Alabildiğine
Umut                     1 Diş
Asabiyet                Oldukca


HAZIRLANIŞIM

Karışım büyükce bir kabın içine alınır,üzerine bir miktar jülyen kesim hayal  eklenerek,soğuk kulak memesi kıvamına gelene kadar karıştırılır,bahar güneşinde beklemeye alınır.
Kırmızı şarap ile birlikte servis yapılması şefin tavsiyesidir.

AFİYET OLSUN..........

19 Nisan 2010 Pazartesi

KÖREBE-SAKLAMBAÇ


Aslında çocuklukta oynadığımız oyunlar hayatın provası,
Ve zaman zaman döneriz hepimiz sokaklara hiç büyümemiş gibi,,,
Gözleri bağlanmış küçük bir kız çocuğuyum şimdi.
Körmüşüm,ebeymişim, üstelik.......
Ne kadar dirensem de,yine ben seçilmişim bu oyunda da ebe olarak
Gözlerim bağlı yürüyorum .
Görevim gözlerimi  bağlayanları el yordamıyla yakalayıp mutsuzluklarını mutluluğa çevirmek,
kimsesizliklerini üstüme salmalarına izin vermek.
Huy bu,değişmiyor.
Nerede mutsuz birini görsem alıyorum bir parça,sahibine ağır gelmesin diye.
Gözleri bağlı körebe  küçük kız, düşüp canını acıtacağını bile bile ilerliyor gözlerini bağlayanlara doğru yakalayabileceğini umarak.
Doğal süreç,bir süre sonra da saklambaç oyununa geçeceğiz.
Ben gözlerimi tekrar kapatacağım bu sefer duvara dönüp,içimden sayıp geri döndüğümde etrafımda kimseleri göremeyeceğim.
Herkes bana yükledikleriyle terkedip beni o duvarın önünde,saklanacak kendi derinlerine,
hafiflemiş, rahatlamış yeni oyun arkadaşlarıyla yeni oyunlara yelken açmış olarak.
Ve elim sende oyunu...
En zevklisi  de odur.
Ben kaçacağım,onlar kovalayacak,parmak  izleri kalbimin üstünde kalacak
Sonuçta sek sek oynayarak yoluma devam edeceğim.

14 Nisan 2010 Çarşamba

İYİ Kİ - KEŞKE = ?

Tanıyan herkesin dediği gibi pek bir sakinim bugünlerde.
Muhasebeye kapandım bir kaç gündür.........
Toplayıp çıkarıyorum içimdekileri.
''Keşke''lerim bir tarafta,''iyi ki''lerim diğer tarafta.
Gelen baharın yaşama sevinci ucundan bana da değsin diye''keşke''lerimi azaltıp,''iyi ki''lere torpil geçmeye uğraşıyorum.İstediğim sonucu elde edemeyince,başa dönüp sıfırdan başlıyorum işlemlere birer birer,sağlamalrını yaparak.
Benim hesaplamamda 4 yanlış 1 doğruyu götürmüyor,aksine yeni bir tecrübe çentiği olarak ''iyi ki'' ler hanesine yazılıyor.
Her yerde biraz olmaktan bir yerde çok olmaya ilerliyorum.
Sarıldığım bütün seraplardan sonra ağzıma dolan kumları temizliyorum itina ile.
Baharın verdiği psikoloji ile ruhumu ''keşke'lerden''iyi ki''lere döndürmeye çalışıyorum.
Çok az kaldı,başaracağım.........

11 Nisan 2010 Pazar

ERGUVAN ÇİÇEKLERİ



(Dün yine gördüm,yine erken açmışlar.
Bu yazıyı geçen sene yazmıştım,aklıma geldi,tekrar yayınladım.
Gazetede okudum dünyanın en güçlü çiçekleriymiş,ekmesi de en zor olanıymış,ama ahtım var götüreceğim onları babama ama yine de aramızdaki  husumet bitmeyecek.
Geçen sene okuyanlar,tekrar okumak isterseniz,buyrun)

Bugün gördüm.......
Bu sene erguvanlar erken açmış.
Normalde mayıs ortalarına doğru açmaya başlarlar.
Doğanın sesini dinlemeye,dilini okumaya meraklı birisi olsam da ,bu sene erken açmakla neyin haberini veriyorlar anlayamadım.
Üstelik artık beni hiç ilgilendirmiyor .....
Yeryüzünde bir ağaçla kavga edebilen ve ona içten içe kin besleyen tek insan benim herhalde.
Onların bundan haberi olmasa da ve her bahar tekrar açsalar da,sevmem erguvan ağaçlarını........
Eskiden çok severdim.
Baharın elmacıklarımızı öptüğü ilk günlerde,yazlık evimize giden o çok sevdiğimiz çamlık yoldan aşağı inerken bir mutluluk müjdesi gibi seyrederdim bütün erguvan ağaçlarını.
Son iki yıldır,tavşanın dağa olan küskünlüğünden habersiz,böyle umarsızca her bahar açmaya devam etmeleri sinirimi bozuyor.
Zamanında açsalar,o yoldan geçerken başımı önüme eğip bakmayacağım etrafa,gardımı alacağım ama bir de böyle zamansız açıp beni gafil avlamaları belden aşağı vurmaktan başka bir şey değil,bu da onlara duyduğum kızgınlığın doğruluğunu kanıtlıyor.
Sevmem erguvan ağaçlarını.......
Çünkü,erguvan ağaçları babamın ağaçlarıdır.
Hep beraber o yoldan arabayla aşağı inerken ,erguvanları tek tek bana gösterir,ben baharla birlikte ona gelen yaşama sevincini seyrederken,çocuklar gibi mutlu olurdu erguvanlarla birlikte.
Şimdi,babam her erguvan ağacını bana gösteremiyorken,erguvanların hala her bahar açabiliyor olmaları,onların kadim bilmezliklerini gösteriyor bana sadece.
Babamı  her bahar erguvanlara götüremediğime göre artık,erguvanları babama götürmem lazım.
Erguvan ağacının toprağa nasıl ekilebildiğini bilen birileri varsa lütfen bana yardım etsin.
Bunu başarabilirsem,biraz huzur bulacağım ama yine de sevmeyeceğim erguvanları.

9 Nisan 2010 Cuma

SİRKTEKİ TRAPEZCİLER

Sirklerdeki trapezcilere benziyor aşklarımız…….

Ama acemi,şaşkın bir o kadar da kendini beğenmiş olanlara......
Altımızda güvenlik ağı yokken ve trapez üzerinde bir o yana bir bu yana sallanırken yaşıyoruz aşklarımızı.
Trapezin bir yanında, havaya yaptığımız atlayıştan sonra ,kuvvetle muhtemel  bizi güvenle kavrayabilecek kollar varken,biz karşı yanda bizi belirsizliklerle bekleyen hiç tanımadığımız veya tamamen bize aykırı olan insanlara doğru atıyoruz kendimizi,onların da bizi güvenle kavrayabileceği düşüncesiyle.
Bir nevi Tanrı rolü üstlenme hevesiyle,bize hiç uymayandan bize uyanını,şerefsiz birinden dünyanın en erdemli insanını,sevmeyen birinden ölümüne aşık olanını,kişiliksizden en kişilikliyi yaratmayı hayal ediyoruz,sevgimizle bütün karakterini değiştirerek.
Sonra da sirkin pistine yüzüstü çakıldığımızda,suçu değişemeyenlere yüklüyoruz haksız olduğumuzu bile bile.
İçimizdeki çocukluk bu acemi trapezciler işte.
Hayatı ve insanları değiştirebilme hayali,hayata karşın kendin olarak kalmakta direnme ve kendi cennetini kurabilme  inadı var o çocuklarda.
Ama sirk pistleri yaralı çocuk trapezcilerle dolu………

8 Nisan 2010 Perşembe

YAZILARIM.......

Bir forum konusu olmaya başladı etrafımda burada yayınladığım yazılarım…….
Kimi arkadaşlarım beni teşvik edip beğenirken yazdıklarımı,kimileri hayretler içinde,bir psikolog edasıyla beni arayıp ‘Neden böyle karamsar ve yalnızsın,neden böyle yazılar yazıyorsun?biz buradayız haydi uzan şuraya bize çocukluğunu anlat’moduna giriyorlar.
Cinayet romanları yazan birinin katil olmasına gerek olmadığı gibi,bu yazdıklarım sonucunda benim de psikopat olduğum sonucuna varılması gerekmiyor.
O anki ruh hali bu, gün olur parçalı bulutlu,gün olur sağanak yağışlı.
Gün gelir güneşli olur……….
Hakkımda her iki kesimin de bilmediği şey şu: Ben hep yazardım……
Odamdaki çalışma köşemdeki büyük kutum ağzına kadar yazılmış defterler,bir duygu fırtınası halinde akla gelmiş,o anda yazacak kağıt bulunamağı için kağıt parçalarına  hatta peçetelere yazılmış notlarla dolu.
Kimi bir sevgiliye,kimi hayata,kimi acıya dair.
Ailem dahil çoğu insan bilmezdi bu yeteneğimi ta ki yazdıklarımı yayınlayana kadar.
Gelelim yazma nedenime :
Dışarıdan bakıldıkça hiç belli olmayan kırılgan bir yapım var benim.
Belli olmaz, çünkü çok sıkıntılı,çok problemli zamanlarımda ya etrafı kırmızı görüp bütün gemilerimi yakarım ya da ölümüne susarım.
Susmam,gemileri yakmamdan daha tehlikelidir.Gemileri yakarken kısa süreli bir cinnetle atarken içimdekileri,susunca sustuklarımı büyütürüm içimde.
Bu iki ruh halimin dışında çok az insana nasip olmuştur duygularımın en çıplak halini,kanayan yaralarımı,çöküşümü görebilmek.
Kalelerimin duvarları yüksektir benim,herkesin aşıp bana yaklaşmasına izin vermem.
Sonuçta,bir dostumun desteği ve hangi blog sitesini kullanmam gerektiğine kadar yaptığı yardımlarla adımımı attığım bu yolculukta,sustuklarımı içimde büyütmemek adına yürümeye ve kimi zaman karamsar yazılar da yazmaya devam edeceğim.
‘Ayşe Arman’ın’ bir kitap isminde olduğu gibi =

KİMSE OKUMAZSA BEN OKURUM…………

6 Nisan 2010 Salı

BOŞLUĞA UZANAN ELLER

Kaygan zemin üzerine oturtulmuş bir dünyada yaşıyoruz hepimiz.
Her an düşmek olası.
Bir yerden düşerken boşluğa el uzatmak bir reflekstir.
O havalanıp ta tam da  zemin  ile buluşacağın son saniyede ve bu buluşmada sana ne olacağını bilmezken,son bir hamle ile el boşluğa uzanır.
Bir son an mucizesi gerçekleşsin,ya tutunacak bir dal bulunabilsin ya da bir el uzansın,kavrasın seni bileğinden,yukarı çekip kurtarsın düşmekten.
Herkesin herkese muhtaç olduğu ama herkesin kendinden vazgeçmişken,kendine saklandığı bir pazar yeri dünya.
Yaşamak değil de yaşıyormuş gibi yapmak hepimizin ki.
Koyu bir bencillik içinde boğuluyoruz.
Etraf boşluğa uzanmış ellerle dolu ama kimse kimsenin elini tutmuyor çünkü kendi elini tutacak ellere çevirmiş yüzünü.
Tenhalaştık hepimiz.
Haydi o zaman nefesimizi tutup dibe oturmaca oynayalım hep beraber .
Ama tam dibe oturabilmek için bile el ele tutuşmaya ihtiyacımız var...........

4 Nisan 2010 Pazar

DOST.....

Gün geçtikce hiç kimsenin hiç kimsesinin kalmamaya başladığı bu dünyada,hiç çekinmeden,düşünmeden arayabileceği bir dostu olmalı insanın.
En diplerde soluksuz kalmışken bir gece yarısı,sırtında Brütüs kolleksiyonu ile kapısına dayandığında hiç bir şey sormamalı sana.Bakmalı gözlerine,dinlemeli ve anlayabilmeli.
Kucaklamalı seni,sana sağlam belki de kendine güçsüz kolları,rahatlayabilmelisin o kollarda,omuzunda çıldırasıya ağlayabilmelisin.
En mahrem sırlarını paylaşıp,en derin yaralarını ona gösterebilmelisin yargılanmayacağını bilerek.
Hiçbir dalkavukluğa sığınmadan vurabilmeli hatalarını yüzüne,sen de söylediklerinden ders alabilmelisin.
Sadece alkışlandığında değil,suratına tükürüldüğü zamanlarda da yanında olup,girebilmeli koluna.
Yüceltmeli başkalarının yanında seni,yalnızken de dibine kadar yermeli.
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona her ikisinin de senin iyiliğin için olduğunu anlayabilmelisin.
Sen de onun gözüne bakınca yaklaşan fırtınalı görebilmelisin ve o senin yanın da ağlarken aynı acıları yüreğinde hissedip engel olamamalısın gözlerinin sağanağına.
Çok fazla şey biriktiremediğim hayatımda,uzun veya kısa süredir hayatımda olan ,bütün biriktirdiğim az sayıdaki dostlarım,hayatıma kattığınız her şey için teşekkürler........
Hayat sayenizde daha yaşanılır.

İmza = Bir Dost

3 Nisan 2010 Cumartesi

BİR YÜREĞİN FİRAR TELAŞI

Bu günlerde bir firar telaşesi içinde yüreğim.
Benim vücudumdan kaçmak istiyor,yoruldu artık benimle yaşamaktan debelenip duruyor.
Üzerindeki  parmak izlerini silmeye yetmiyor gücü.O sildikce,kapıyı açık gören içeri girip bir iz daha bırakıyor üzerinde.
Bağırıyor bana,haykırıp küfrediyor onu bu hale getirdiğim için ama nafile.Hiç bir şeyin değişmeyeceğini de biliyor bu vücutta.
Halbuki,daha minicik bir hücreyken böyle bir hayat düşleyerek atmaya başlamamıştı o.
Herşey açık olsun,hayat içinden aksın ama ona zarar vermesin ütopyasında sırtlanmıştı var olma görevini,heyecanla.İyilikler biriktirmek istedi içinde hep,kocaman oldu biriktirirken,son atışına kadar yanında atacak bir benzerini aradı sürekli.Ayrım yapmadan her ona dokunana açtı kapılarını,onları uğurlarken,zarar verenlerin ardından bir yara bantı daha yapıştırıp açılan yaralara atmaya devam etti inatla.
Kendi yorgunluğunu hiçe sayıp,kaç kez bir başkasınınkini de taşımaya kalktı.
Sonunda kabullenip başarısızlığını,vazgeçti nafile savaşmaktan.Asli görevinin sahibinin vücuduna kan pompalamaktan ibaret olduğunun bilincine varıp,hayallerini koruyabilmek adına onu taşıyabilecek başka bir yürek aramaya gidiyor,benimle atmak istemiyor artık.
Baharın yüzünü göstermeye başladığı bu günlerde daha bir farklı atıyor,bohçasını hazırlamış,açık bir nokta arıyor.
Fakat bilincinde değil ki giderken duyguları da yanında götüreceği için başarılı olma şansı hiç yok.

2 Nisan 2010 Cuma

RÜZGAR

Kendi olmakta direnen ve bu yüzden de hayat tarafından pek de sevilmeyen insanlardan biriyim.
Herkesi anlamak ve tanımak isterken en çok da kendimi küçümsemeyi öğrendim zamanla.
Hayata susma günlerindeyim yine.
Karşısında 1-0 mağlup ,kıpırdamadan duruyorum
Bazen gitmeyi bilmek de erdemdir ama erdemsizim bu aralar,sadece sessizce gelecek fırtınayı bekliyorum.
Hırpalanmasam artık,sevmesem,nefret etmesem,alışmasam,alıştırmasam.....
Seneler önce birisi bana'Bazen sert bir rüzgar esebilir ' demişti,'O zaman boununu eğmekten utanma,yeniden başını kaldıracağını,yalnızca rüzgarın geçmesini beklediğini düşün'
Geçen bunca zaman sonunda,geriye dönüp baktığımda görüyorum ki;
Denedim,bütün sert rüzgarların karşısında ellerimi iki yana açıp sonuna kadar direndim ve geçmelerini bekledim.
Ama.......
Başımı hiç eğemedim.
Hala başım dik ve  hala acemiyim yeni fırtınalara.

İzleyiciler

Blog Arşivi