8 Aralık 2010 Çarşamba

DÜŞÜNÜYORUM YİNE........





Düşünüyorum yine,

Düşündüklerimin beni daha derin düşüncelere götüreceğini bile bile düşündüğümü,
Yaşanmışlıklarımı,
Yaşanmamışlıklarımı,
Hayatımın kısa metraj filmini,
Yaptığım hangi seçimlerle neler kazandığımı,
Neleri arkamda bırakarak ilerlediğimi,
Korkularımı,
Mecburen onlarla yüzleşmelerimi,
Kayıplarımı,eksilenlerimi,
Yüzümdeki maskelerden en çok en güçlü gözükenini sevdiğimi,
Kaç kere düştüğümü,
Düşerken uzattığım elimin kaç kere havada kaldığını,
Bütün yüreğimle sevdiklerimi,
Bütün yüreğiyle beni seven güzel insanları,
Sıkı sıkı sahiplendiğim acılarımı,yalnızlıklarımı,
Yaşamla ödüllendirilmiş olmanın bugünlerde çok ağır gelen sorumluluğunu,
Tek amacı beni öldürmek olan bu hayat oyununda kazanmam gerekip gerekmediğini,

Ama her şeye rağmen 42 yılda zaten çok şey kazanmış olduğumu düşünüyorum………..

27 Kasım 2010 Cumartesi

KALEMİM KIRILMADI HENÜZ.....

Herkes gibiyim ben de……

Yaşadım,yaşıyorum,
Geçmişin ayak izlerini takip ederek ilerlemeye çalışmak en büyük suçum belki,
Kimi zaman düş’lerim düşüncelerimle sınırlı,
Kimi zaman kendi masalımın yenilmez kahramanıyım,
Bazen başarılı,bazen başarısız,
Bazen sert gaddar,bazen ağlak muğlak,
Ama ben de bu dünyaya asla öylesine gelmedim.
Varlığımla bu dünyada mutlaka farklılıklar yarattım,
Birilerinin hayatlarına dokundum,
Kimilerine umut verdim,
Bir takım düşüncelerin oluşmasında rolüm vardı,
Bazı sevgilerin başında,bazı nefretlerin en tepesindeydim.
Bir çok başlangıcın öncesi,bir çok bitişin sonrasıydım.
Hayattan çok şey öğrendim
Payıma düşen düş kırıklıklarını aldım,
Sevdiklerini kaybedip eksik parçalarınla tekrar ayakta durmaya çalışmayı öğrendim sonra,
Yaptığım seçimlerle hayat bulmadan ölmeye mahkum nice farklı ben olma ihtimalleri bıraktım arkamda,
Kimileri doğru kimileri hatalı,
Her ne kadar hayat dediğimiz şey bütün öğrencilerini öldüren katil bir öğretmen olsa da,
Sıra bana gelene kadar iyi bir öğrenci olmaya devam edeceğim………

Kalemim kırılmadı henüz………..

11 Kasım 2010 Perşembe

KİMSİN SEN??????



Hangisi daha korkunç senin için?
Dış dünya için kendince oluşturduğun,aslında olmadığın o’’ Cinderella ‘’ hayatımı?
Yoksa en zayıf yönlerini bir gün bir yerde bir şekilde ortalığa döküp Külkedisi gibi aslında olduğun insana dönüşmek mi?
Seni sadece sen bildiğin ve kusurlarını affedemediğin için mi korkuyorsun,
hayat yolunda seni taşıyan arabanın balkabağına dönüşmesinden?
Kendi içindeki yargıç herkese gösterdiğin o insan olmaya mı mahkum etti seni?
Ne kadar süre?
Eğer külkedisi olduğunu belli edersen insanlara sevmezler mi seni,
Kabul etmezler mi aralarına?
Uyum mu sağlamalısın mutlaka çoğunluğa?
Çözecek mi bu korkak,kaçak yaşamak bütün sorunlarını?
Ulaşacak mısın camdan ayakkabıya sonunda kendini reddederek?
Böyle kaçınca incinmiyor mu duyguların,benliğin?
Ne olur ki kırılsan,incinsen,yaralansan,yanlış yapsan,yanılsan,
Reddedilsen sonra yeniden denesen?
Her seferinde tekrar tekrar sevsen,ama sen olsan?
Ne olur ki sevmeseler sadece göründüğün seni sevenler,almasalar aralarına?
Bulamaz mı eninde sonunda camdan ayakkabı seni yine de bir gün bir yerlerde?

Haydi yüzleş kendinle, kimsin sen?

Cinderella mı Külkedisi mi?

5 Kasım 2010 Cuma

????????

Düşündün mü hiç?

Hayat enerjini istediklerini gerçekleştirmek için mi yoksa istemediklerini kendinden uzak tutmak için mi daha çok harcıyorsun yaşarken?
Mesela tatiller sence neden bu kadar mutlu ediyor seni?
Sana sürekli ertelediklerini, isteklerini gerçekleştirme şansı verdiği için mi?
Katlandıklarından, tolere ettiklerinden seni uzaklaştırdığı için mi?
Zaman zaman aklına takılır mı hiç,
Seni her sabah yatağından neyin neden uyandırdığı?
Nereye doğru gitmekte olduğunu,neden gittiğini?
Bu hayatın ne için yaşandığını.
Sorgular mısın hiç kendi kendine?
Gerçeklerin neden senin hayallerine bir türlü uymadığını?
Hayatla arandaki uzlaşamamanın sebebini?
Sen rutinini yaşarken,yaşamının bir yerinde bir şeylerin hiç değişip değişmediğini?
Görüşünü bulanıklaştıran anılarının hangileri olduğunu?
Kalbini sıkan elin kimin olduğunu?
Kulaklarındaki seni durmadan tenkit eden sesin nereden geldiğini?
Ara sıra yoğun bir istek hisseder misin içinde?
bağımlılıklarının müdahalesi olmadan, nefret olmadan, sınama olmadan, kalbini gerçek duyguların enerjisine açmak için.
Düşüncelerinin beyninde ateşlediği fırtınadan kendini kurtarıp;
Hayat öykünün sana ne anlatmakta olduğunu,mutluluğun belki de senin o hiç dönmediğin köşenin başında olabileceğini,
yaşadıklarına dair bir çok farklı yorum yapabileceğin gibi, bugününü değiştirmek için de bir çok seçeneğinin olduğunu,
aslında seni bekleyen ne çok gelecek ihtimalinin bulunduğunu,
Hayata gelişinin bir sebebi olduğunu,
Sadece kendin için düşündüğün olur mu hiç?

29 Ekim 2010 Cuma

KORKMA.........



Korkuyormusun?
Kendinle baş başa kalmaktan,
O demir parmaklıkları olmayan,kapısında kilidi bulunmayan kendi inşa ettiğin hapishanenden kendini çıkarmaya,
En son ne zaman baş başaydın seninle?
Sadece sen…., düşüncelerin…., duyguların….
Bugüne kadar hiç kimseye söyleyemediğin sırların.
Yalnız senin görebildiklerin, yalnız senin şahit oldukların.
İçinde sakladığın yoksulların, zorbaların, toplum dışına atılmışlıkların.
Suçluluk duyguların, kendine acımaların…
Kaçıp kurtulamadıkların.
Daha ne kadar katlanacaksın kendi mahkemenin verdiği hüküme?
Bu boyun eğmişliğine?
Ne zaman çıkaracaksın başını gömdüğün kumdan?
Yüreğinde çalan yaşama şarkıları çığlık çığlığa çalmaya devam ederken,
Ne kadar seslerini bastırmaya uğraşacaksın?
Hayatının sonuna kadar mükemmellik maskesiyle, etrafına sürekli ışık saçmaya çalışarak mı yaşayacaksın?
Kabul etmelisin ki, sen de bir insansın.
Başkalarında gördüğün her türlü insani özelliği sen de içinde taşırsın.
Sen de herkes gibi, hem bir aziz, hem de bir zorbasın.
İyi olduğunu düşündüklerin kadar, kötü olduklarını düşündüklerin de sensin.
Korkuların olmasa bu kadar cesur olabilirmiydin?
Hiç düşmesen kalkmayı öğrenebilirmiydin?
Cahilliklerin olmasa,bilgiye bu kadar değer verebilirmiydin?
İçinde sakladıkların ve dışarıda yaşadıkların hepsi sensin.
Yarın yeniden güneş doğduğunda ikisini birleştirmeyi dene,
Çık hapishanenden,gözlerini ovuştur,karış sen de hayata.
Göreceksin,mutlu olacaksın,
Mutlu oldukca mutlu edeceksin,

Korkma………

15 Ekim 2010 Cuma

KİMDİR PINAR?????




Bulmacaya benzeyen,
( Kimi zaman sağdan sola bir nota,kimi zaman yukarıdan aşağı eski Mısır’da bir Tanrı),
bağıra bağıra şarkı söyleyip,sessiz sessiz yazılar yazan,
henüz  tanışamadığı aşkların resimlerini çizen,
çıkmaz sokaklarda kendini arayıp kendinin ördüğü duvarlara toslayan,
güzel hayaller kuran,kurduğu  hayaller ile birlikte suya düşüp boğulan,
parayı sevmeyen ama para için çalışan,
doğal bir felaket,
sosyal bir bela,
akıllara zarar,
''kızdımı gözünde şimşekler çakan,
sevdimi içinde ormanlar yanan'',
Kimi zaman bir Anadolu kadını,
Kimi zaman bir sosyete gülü,
Bazen çok asil,
Bazen tam avam,
kimi zaman çok zeki,
kimi zaman süzme salak,
susturucu takılmış bir silah,
saati durdurulmuş bir bomba,
yüreklerde ünlem,
kafalarda soru işareti,
buzdağının görünen yüzü,
hep içine atan kendini içine atacak yer bulamayan,
mutluluğu uzaktan seyredip cebinde küçük umutlar biriktiren,
arkamda kim var diye sağa sola bakmayıp tek başına dimdik yürüyen,
eteğindeki taşları kuyulara atıp 10 akıllı çıkarsın diye bekleyen,
çok konuşan,
çok susan,
çok eğlenceli,
çok sıkıcı,
ama hep düşünen,
anlayana az,anlamayana çok,
kendi kendini yiyen duygusal maymun,

NEV-İ ŞAHSINA MÜNHASIR ZARARSIZ BİR DELİDİR PINAR………..

13 Ekim 2010 Çarşamba

TEKLİF

Çocukken hep hayalini kurduğumuz şey oldu nihayet......
BÜYÜDÜK.
Geldiğimiz yaşın getirdiği kısıtlamalar nedeniyle dilediğimiz kadar yiyemesek te,artık şeker kavanozlarına sandalyesiz erişebilir,istediğimiz kadar abur cubur yiyebiliriz,
Oyuncak arabalar yerine sahicilere biniyoruz,
Evcilik oyunlarımız evliliklere,oyuncak bebekler gerçek çocuklara dönüştü,
Rüyalarımızdaki tek kabusumuz kırmızı başlıklı kızın büyükannesini yiyen kurt değil,
Dizlerimizdeki yaralar,yüreklerimize taşındı,
Koşarken düşünce eskisi gibi kolaylıkla kalkamıyoruz artık,yuvarlanıyoruz.
Sevdiklerimizi kaybettik,kaybettikce kaybedeceğimizden korktuğumuz insanların sayısı arttı,
İstemeden yaptıklarımız,isteyip te yapamadıklarımız,yapıp pişman olduklarımız parçalara böldü bizi,
Yüzlerce kişiliğimiz var artık,kendi kişiliklerimizden türettiğimiz.
Çivisi çıkmış bu dünyada büyümüş olmanın pişmanlığı ile boğuşurken,
Bir teklifim var:
''Dünya,ben senin çivini bulup yerine yerleştireyim,sen de benimle uğraşmaktan vazgeçip beni çocukluğuma geri gönder,
bana yaşattıklarının faturasını da işleme koymadan yırtıp atayım,
Ne dersin?''

7 Ekim 2010 Perşembe

AŞKIN NOKTALA(N)MA HALLERİ



A  Ş  K

Kimileri  için cümle sonuna konulan, öldürmeyen ama sol yanını felç bırakan bir nokta,
Kimileri  içinse yeni bir cümleye başlamak için verilen müsaade,açılan yeni bir parantez,
Her aşk bir hikayedir.
Önsözsüz,hazırlıksız,çalakalem.
Kimi mutlu bir hikaye,
Kimi bölük pörçük,karman çorman.
1 tekil şakıs,3.tekil şahısın gelmesiyle,2.çoğul şahısa dönüşür,
hikayede gizli özneler oluşur,
grameri bozuk paragraflar,devrik cümleler birden düzelip bir hikayeye döner.
Her  hikaye de noktalama işaretlerini doğru yerde kullanmak çok mühimdir aslında,
cümlenin en olmadık yerinde el yordamıyla kondurulan bir virgül,iki nokta üst üste,
veya devam eden bir cümledeki bir soru işareti veya bir nokta,
Bunlar ne yeni bir satır başının müjdecisi ne de anlamlı bir öykünün yardımcısıdır.
Aslında çokta zor değildir bir hikayeyi nerede bitirdiğine bakmadan bitirebilmek,
Ama  noktaları doğru yerde kullandıysanız,
Eğer kullanmadıysanız hikayeyi her okuduğunuzda,
her dinlediğinizde bir urgana atılmış gemici düğümü gibi çarpar dilinize ,
Kanar diliniz, kanar kalbiniz
Ne kadar sürerse sürsün,
ister iki satırlık,isterse sayfalar dolusu olsun
bir sonu olmalıdır hikayelerin,
İster ayakları yerden kesecek kadar mutlu bir son,
İster dipten kum çıkarttıracak kadar mutsuz bir son,
İster sürpriz bir son,
İster bilindik.
Ama mutlaka bir sonu olmalı.
Siz üç nokta  farzedin, ben kocaman bir nokta koyuyorum…
Siz  bildiğiniz şekilde okumaya  devam edin,ben kendi finalimi buldum.
Zaten   sizin bütün saklanışlarınız aslında bana sobe!

23 Eylül 2010 Perşembe

FUAT SÖYLEMEZ'E


Gittin,(25 Eylül 2008 saat 17.13’de)

Geriye mecburen boyun eğmiş,donuk,hasretinle kavruk,milyonlarca soru işareti ile dolu bir karanlık bırakıp gittin…
Dolmuştu bizimle birlikte olan zamanın,
Vakit tamamdı,onca direnmemize rağmen ,o çok sevdiğin şiirdeki gibi,
çağırdın ‘Abbas’ı,’işte oldu akşam’dedin ve gittin,
Öyle apansız oldu ki gidişin,yüreğimdeki kum saatini,o göz açıp kapayıncaya kadar geçen’seninle’yaşamaktan,sanki bir daha sabahı gelmeyecek’sensiz’ yaşamanın akşamlarına ters yüz ederek gittin….
İçimde hayattaki en yakın arkadaşını kaybetmiş olmanın yokluğuyla zayıflamış,kupkuru kalmış kalbimi bırakarak,beraberce yaşadığımız milyonlarca ‘anı’ ‘anıya’dönüştürerek gittin.
Önce gözlerim öksüz kaldı yokluğunda,bir daha ağlamayacak gibi kurudu,sonra da artık sana şımarıklık yapamayacak ruhum.
Taşlaştı geride bıraktığın hala yaşayanlar,olduğu gibi dondu kaldı
Seninle birlikte yaşamak,her gün senden yeni bir şey öğrenmekten keyif almaktı,
Seninle birlikte yaşamak,yorgun argın işten eve döndüğümde,hala beni küçük kızı gibi karşılayan adamın omuzuna kafamı yaslayıp,sakinleşmekti,
Seninle birlikte yaşamak,senin kızın olmaktan her gün gurur duymaktı
Ve seninle birlikte yaşamak,senin için hayata karşı güçlü olmaktı,senin için hayata direnmekti,
Direnme gücümü yok edip gittin.
Hayatın soğuk,vurdumduymaz,ruhsuzca devam ettiği 2 sene sonunda,hala kalbime batan dikenleri temizlemeye çalışırken,seni her düşündüğümde ister istemez gökyüzüne bakıyorum,
Oradasın biliyorum,
Alabildiğine özgürsün artık gökyüzünde,hep istediğin gibi,
Dokunmuyorum kanatlarına incinirler diye,
Sen gittiğin yerde mutlu ol da,biz nasılsa öğreniriz kalbimizdeki dikenlerle vücudumuza kan pompalabilmeyi,
Yaşarız işte bölük pörçük,

Tekrar bir araya gelene kadar………

14 Eylül 2010 Salı

UYANIŞ

Saatler yaşamı  küçümseyerek koşuşturuyordu,
O ise öylece oturuyordu koltuğunda,
Kendi bedenindeki uzun yolculuğundaydı bu gece,
Yıllardır bir türlü çıkarıp atamadığı kronik sevgisini sorguluyordu içindeki,
kendinden geriye neler kalabileceğini görmeye cesaretlenmişti sonunda,
Oturduğu yerde,yüzünde kendinin olmayan bir fotoğrafla,artıklarını biriktiriyordu çöp torbasına
Bütün sabahlar gecenin kefenidir ya,
Öyle beyazdı yeni doğan sabahta herşey,
Daha önce gün ışığının hüznünü hiç böyle duymamıştı,
Sorgusuz bir başeğmeydi bu sabah,
sorgulu gecenin ölüleri uzanmışken içine,kalktı,erguvanlara su verdi,
Çöp torbasına içinden çıktığı kozayı da koyup,hesabı ödemeden çıktı yeni doğan gün ile sarmaşmaya
Sonuçta hayat cinsel yolla bulaşan ölümcül bir hastalıktı,
Ve doğumu,ölümüne doğru attığı ilk adımdı,
Kalan zamanını iyi değerlendirmeliydi...............



10 Eylül 2010 Cuma

ÖZGÜR ÇOCUK 'ÖZGÜR' 2

Yazılarımı okuyanlar Özgür ile zaten tanışıyor.
(Bilmeyip te tanımak isteyenler blogda 29 haziran tarihli yazımı okuyabilir.)
Tanışanlar ve durmadan soranlar için söylüyorum.İşin peşi bırakılmadı,sindire sindire,ince ince  işliyoruz,doğru taşları doğru yerlere yerleştirmeye uğraşıyoruz.
Bulaştın bir kere bize Özgür'üm,bu kadar deli ile ne yapacaksın bilmiyorum.
Bugün tatil resimlerini inceledim Özlem Teyze'nin yayınladığı.
Daha önce de bir kaç resmini görmüştüm ama resimleri görünce o resimlerin arasında senin de  daha net bir resmin varmı diye heyecanla takip ettim.
Bir resme geldim,iki aykırı ayak kumlara bir resim çizmiş,
Balık ile kanat karışımı bir şey,ben daha çok kanat gibi algıladım ya da öyle yakıştırdım sana.
Çünkü her yere kendi kanatlarını çizmen gerek daha da özgür olabilesin diye........
Sonra senin yakın çekilmiş bir resmine ulaştım.
Nasıl yakışıklı bir genç adam,nasıl cin bakışlar
Ve o bakışlardaki delici ateş........
O ateş hiç sönmesin Özgür'üm,yanındayız................

29 Ağustos 2010 Pazar

TAŞINIYORUZ.........

Bazen,Tanrı'nın ufacık bir fiske atası gelir hayatına..........
Tam da her şey senin istediğin gibi giderken,bir şey kopar senden,
Sert bir rüzgar eser ''Biri mi gitti ?''dersin
Yakalayıp düğümlemeye çalışırsın kopanını,düğüm ele takılır,
Bir günde değişir ömrün,planların,
Sabah yataktan kalktığında ömür senin ömrün değildir,
Sesinin tonu değişir,yüzünün rengi,
Yediğin yemeğin tadı,uykuların,
Rüyaların,
Aynada tek parça görünen bedenin içinde lime limedir,
Önünde bir ölüm dolusu izmarit,oturursun öylece
Vakit gelmiştir artık,kendinden  taşınma zamanıdır,güzergahın  değişiktir......
Valizlerce dolu anı ile taşınırsın kendi sessizliğine,
Elin varmaya varmaya boşaltırsın mutluluk dolaplarını,
Valizleri kapı önüne yığıp,son bir sigara için oturursun eski koltuğuna
Alışıksındır duruma,daha önce de olmuştur,
Korkmazsın o yüzden,
Zaten korkmayı bırakalı da çok olmuştur,
İnşaat zamanı gelmiştir,
Birer birer tekrar örmeye başlarsın indirdiğin kale duvarlarını,bir tuğla bir tuğla daha.....
Sessizce beklersin yeni bir mutluluğa taşınma zamanını,
Buraya da fazla yerleşemezsin zaten
Sonuçta sen hep kiracısındır,hayat ev sahibi.......

21 Ağustos 2010 Cumartesi

TESLİMİYET

Hayaller renkli,metabolizma yenidir ilk başlarda,
Yaşanacak çok farklı heyecan,değiştirilecek koca bir dünya vardır önünde başkalarının şimdiye kadar deneyip değiştiremediği,
Onlar beceriksizse sana ne,sen yapabilirsin,
Güçlüsün çünkü,
her şeye muktedirsin,
Ukalasındır da,
Genelde özür dilemek,boyun eğmek bir borç gibidir hem de en zor ödenen hali
Sen doğrusundur hep,
Her soruya verilecek bir cevabın,her cevaba kafa tutulacak bir sorun vardır,
Sonra yeldeğirmenleriyle savaş başlar,
Kıyıya vuran denizyıldızlarını tekrar denize atıp onları kurtarma çabası,
Borçlu başkaları olsa da kalbe gelen hacizlere karşı direnme günleri,
Sonra sevdiklerinin hayatından yok olması,
Her şeye neden ürettirsin ama bir gün fabrikaların iflas eder.
Ve anlarsın,
Sen de hiçbir şeyi değiştiremeyenlerdensin,
Büyürsün,
Farklılığının makyajı akar,herkesleşirsin
Çocukluğunu naftalinle gizleyip,
Hatıralarının rengini siyah beyaz’a çevirip ,sinemaskop filmler çekersin,
Artık her geçen dakika metabolizmanı çökerten bir olgudur.
Özümsersin,
Olan olmuş,olacaklar da olacaktır,
Olmuş ve olacak asla değişmez,
Teslim olursun,
Artık hayat kızgın boğa sen kırmızı pelerin..

18 Ağustos 2010 Çarşamba

MASUMİYET

Hepimizin peşinde koştuğu tek şey var,
Ufacık bir masumiyet izi,
Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız kirletirken üstümüzü başımızı,
Sol omuzumuzdaki bize durmadan fısıldarken,
birbirimizde kötü enerjileri bırakıp kendimizi topraklıyoruz,
Sevişirken yüzleri olmayan bedenlerle,duydukları hazlar içimizi acıtıyor,
Masum olmayan eski ilişkiler,yeni yaşanacak olanları da öldürüyor,
Ve farkında bile olmadığımız masum insanlar seviyor bizi içten içe,
Bir otobüs durağında bir kavşakta karşılaştığımız,
Ama biz bütün masumiyetleri yetinmezler için harcıyoruz.......
Sonunda bize düşen ,
Burnumuza kadar batmışken,
günahlarımız kadar masumiyetlerimizi aynı güçte hatırlatacak bir hafıza bağışlaması için
Tanrı'ya yalvarmak oluyor.....

15 Ağustos 2010 Pazar

ÇOK ZOR.......

Çok zor......
Bazen,
..........mış gibi yapmak,
.........mezden gelmek,
avaz avaz susmak,
kendi uçurumlarının kenarından manzarayı seyretmek,
vazgeçmemek,
gülümsemek,
sevmemek,
sevmek,
yok saymak,
kendi gölgene basmamak,
cehennem ateşlerine odun biriktirecek,
sol omuzunun fısıldadığı günahları işlememek,
gelmeyeceği beklemek,
gelecek olandan kaçınmak,
iyi insan olabilmek,
beklentileri küçültmek,
ömürden çalmamak,
sevgide kazanmak,
mucizelere inanmak,
kendini kendinden arındırabilmek,
duymamak,görmemek,konuşmamak,
ve böylesine sıcak bir pazar gününde
herkesi mutlu edebilecek,
mutluluk  kelebeği yazılar yazmak
Gerçekten çok zor...........

5 Ağustos 2010 Perşembe

GEÇ............




Hep geç kalınmış hayatlarla dolu nefes aldığımız dünya….
Geç kalınmış aşklarla…..
Ben de yollarda oyalanıp gecikenlerden biriyim kendime yada ne olduğunu bilmediğim bir şeylere.
Her şeyi olduğu yerde bırakıp sil baştan bir hayat yaratabilir miyiz kendimize?
Nasıl geriye alınır bilmeden harcananlar?
Halini beğenmedin diye,yeni bir ruh biçilebilir mi zorla sığdırıldığın bedenine?
Yarım kalmış aşkların kahramanlarının yolları kesişirmiş bir gün bir yerde,öyle derler….
Peki doğru zaman o zaman mıdır bir araya gelmek için?
Geçen zaman içinde kaybedilen saflıkları,güzellikleri nereden elde edebiliriz tekrar?
Kırpıp kırpıp yapıştırdığımız aşklarımızdan mı oluştururuz yeni sevgileri?
Kırılan duygularımızı yeni insanlar mı tamir eder?
Yeni aşklar sadece karşılıklı tamirattan mı ibarettir?
Ya unutamadıklarımız?
Onlar bizi hatırlıyorlar mıdır yağmur yağarken,rüzgar eserken,mevsimler değişirken?
Eğer hatırlıyorlarsa ne faydası vardır kum saati ters çevrilmişken?
Ellerimiz kimlerin elini tutmayı bekler yalnızlıktan diz çökmüşken?
Kimin omzuna başımızı yaslamak isteriz ağlamak için?
Tuttuğumuz eller,yaslandığımız omuzlar mı doğrudur?
Yoksa tutmak istediğimiz eller,yaslandığımız omuzlar mı?
Biz durduğumuz yerde vaktinde gelmediğini düşündüğümüz geç kalmış treni beklerken,
Aslında trenin çoktan kaçmış olduğunun bilincindeyizdir içten içe
Ama yine de beklemeye devam ederiz küçük bir umut ışığı uğruna……

27 Temmuz 2010 Salı

NORMAL.......



Başka bir kadın olmak istedi bir gün o…….
Yoruldu rolünden……
İçindeki diz çökmüş,kırılgan çocuğu herkesin yüzüne vurmak istedi,
Kırılgan küçük bir kız çocuğuydu aslında o,
Yüreği cam kırığı,
Bütün duygulardan önce öğretmişlerdi ayrılığı,yalnızlığı,
‘’Azı karar olmamıştı’’ hiç sevmeleri’’hep çoğu zarar’’kadar sevmişti.
Saldırgan demişlerdi ona,
Soğuk demişlerdi,
Ürküyorlardı gözündeki ateşten,dilindeki zehirden,
Ürküyorlardı gözü kara cesaretinden,gücünden.
Kazıdı üzerindeki katmanları,kırdı sert kabuğunu,
‘’İşte asıl ben buyum’’dedi.
Görsünler artık istedi onun da ağlayabildiğini,
Zayıflığını,
Aşık olabildiğini,
Terk edilebildiğini,
Acı çekebildiğini,
Kendi dışında,binlerce kere gözlemlediği kadınlardan biri olmak istedi,aralarına karışıp kaybolmak,
İnanmadılar.
’’Bu günler de geçer,normale dönersin yine ‘’ dediler,
Halbuki onların normali onun anormaliydi,
Anlamadılar,
Öldürdü bir kez daha o kırılgan çocuğu,
İçine diz çöktü yine………
Ta ki bütün katillerin yaptığı gibi tekrar suç mahalline geri döneceği güne kadar….

23 Temmuz 2010 Cuma

RUH ANALİZİ


Öyle bir ruh hali ki…..


‘’Herşeyden vazgeçmenin eşiğindeyken vazgeçmekten korkan,zorla direnen,kafasını gömdüğü kumdan çıkarıp etrafına bakamayan,başkalarının hayatlarında olup bitenlere kulak asmayan,hiç bir şeye şaşıramayan,çokca korkak,çok az cesur,bir köşede oturup sessiz sakin yaşlanmayı düşleyen ama oturamayıp hep koşuşturan,dış dünya dertlerine kulak asmamak isteyip ama kesinlikle asan,kendine dert edinen,kolay yolları seçmeye meyilli ama hep zor yollarda ilerleyen,kendinde değiştirmek istediği çok şey olan ama kendi olmakta direnen,çok acaip hayalleri olan ama rutinde kaybolan ‘’ bir hal olarak çok kısaca tarif edilebilir ama istenirse liste uzatılabilir.
Öyle bir ruh hali ki,
Serin bir havada,annesinin kucağındayken,daha elleri küçücükken,o elleri babasına doğru uzattığı günlerini özlüyor.
Öyle bir ruh hali ki,
Bütün bu kargaşanın en başına gidip orada kalmak istiyor………

20 Temmuz 2010 Salı

KURBAĞA PRENS/PRENSES

Siz......
Benim gibi olanlar,
Kaç kere koşup koşup duvarlara tosladınız?
İçinizdeki kaç tohum yeşeremeden kurudu?
Kaç kere derin çukurlardan yukarı tırmanmaya çalıştınız?
Kaç umudunuz içinizde söndü?
Kaç çizik,kaç parmak izi var yüreğinizde?
Kaç kere gözyaşlarınız içinize aktı,bir dokunuşuyla kirpiklerinize kadar sizi titreten kişi gittiğinde?
Kaç yanlış kolda mutluluğu aradınız?
Ve kaç kurbağa öptünüz bugüne kadarprense/prensese dönüşür umuduyla?
Onlar hep kurbağa olarak kalsalar da,sizin sadece öpülmüş kurbağa kolleksiyonunuz çoğalsa da
Boşverin,
Hayat karnını tuta tuta size gülse de,
Elleriniz siğil içinde kalsa da ,
Kurbağa öpmeye devam.....
O prens/prenses bir yerlerde hala zıplıyor..........

13 Temmuz 2010 Salı

Çakıl Taşları

Kayboldum yine bu aralar,kendi raylarımdan dışarı çıktım......
Başkalarına ait hayatlarda,başkalarına ait zamanlarda sürükleniyorum .
Başkalarının sevinçlerine seviniyor,başkalarının üzüntülerine üzülüyorum,
Benim adıma da başkaları belirliyor başlamalarımı,bitirmelerimi,
Kendime ait zamanım yok,kolumu kıpırdatacak halim yok,hayatın yardımıyla başkalarının elinde şekil alan oyuncak hamuru gibiyim,
Şekilden şekile sokuyorlar beni,arada bir eğilip suratıma bakıyorlar ne hissediyorum diye,
Hiç belli etmiyorum hislerimi,
Tepki bekliyorlar benden,
Göstermiyorum,
Öylece uyuşmuş oturuyorum,
Günler akıyor üzerimden,uçaklar yerlerine varıyor,bebekler doğuyor,insanlar ölüyor,
Ben öylece oturuyorum.....
Ama elimde biriktirdiğim çakıl taşlarını yavaş yavaş yere attığımı kimse bilmiyor,
Uyuşukluğum geçtiğinde çakıl taşlarımı takip edip kendime dönüş yolumu bulacağım
Ve yine çarpışa çarpışa yaşayacağım,
Göze göz,dişe diş..........

1 Temmuz 2010 Perşembe

SINAV KAĞIDI

(Aslında bugün yazacağım yazıda sizleri  dünya tatlısı ASPERGER SENDROMLU özgür çocuk' Özgür'ile tanıştıracaktım.Yazımı hazırladım,taslakta tuttum,her gün bir şeyler ekledim arkadaşım olan annesini dinleyip,notlar alıp,ama yine de Özgür'ü tam yansıtamadığımı düşünüp yazıma beni tatmin edecek ruhu ekleyebilene kadar erteledim.Şimdilik tozlu arşivden çıkartılıp getirirlen bu yazımla idare edin......
Bu günlerdeki ruh halimle birebir örtüşüyor)


Çok tembelim bu aralar.....
Sadece yapmam gerekenleri en iyi şekliyle yerine getirip kendim için hiçbir şey yapmıyorum.
Günlük koşuşturmalardan bana kalan zamanlarımda muhteşem kumlarla çevrili bir deniz kenarında hayal ediyorum kendimi
Dalgalı denizin kenarında,ayaklarım kumların içinde öylece duruyorum saatlerce.
Bu halimi görenler neden burada böyle hiçbir şey yapmadan durduğumu merak ediyorlar.....
Oysa bir şey yapıyorum......Hem de önemli bir şey........
Batıyorum.......
Gelen dalgalar kumları alıp götürüp tekrar geri getirdiğinde ,biraz daha fazlalaştırıyor ayaklarımın üstündeki kumu...... 
Yavaş yavaş daha derine batıyorum......
Tekrar çıkabilmek için bunu yapmam gerekli......
En dibi görüp sonra en yükseğe çıkmak için mücadele etmeliyim.....
O yüzden hep boş kağıt veriyorum bugünlerde kendimle ilgili hayat sınav sorularına,
Sadece ad soyad ve tarih yazıp iade ediyorum yetkili mercilere,
Soruların hepsinin cevabını bilsem de yazmıyorum cevap kağıdına,
Eğer atılmazsam okul birincisi olacağım ileride biriktirdiklerimle....
Ama bunu bir tek ben biliyorum.

29 Haziran 2010 Salı

ÖZGÜR ÇOCUK ' ÖZGÜR'.........

Bu gün özgür çocuk ''Özgür'' ile tanıştım,
Cismen değil,gıyabında.....
Seneler önce bir ara beraber çalıştığımız şimdi de aynı işyerinde tekrar karşılaştığımız,kendisi gibi özgür,nev-i şahsına münhasır annesi tanıştırdı bizi,anlattıklarıyla.
Çok sevdim ben Özgür'ü eminim yazımı okuduktan sonra sizde seveceksiniz.
Özgür bir 'ASPERGER SENDROMLU'dünya şekeri bir çocuk.
Öğrendiğim  kadarıyla,Asperger sendromlu çocukları diğer otistik çocuklardan ayıran en önemli özellik,aspergerli çocukların kendi ilgi alanlarını seçip,bu konularda üstün yeteneklere sahip olmaları,ancak sosyalleşememeleri.
Bu sendromla yaşamış bir çok ünlü var mesela 'Franz Kafka','Isaac Newton','Friedrich Nietzche' enterasandır bu ünlüler arasında hiç Türk isim yok,çünkü bu ayırt edici,belki de bir üstünlük ifade eden bu özelliği tahmin ediyorum Türkiye çok bilmiyor,bilse de saklıyor.
Neyse,konumuz 15 yaşındaki  özgür çocuk 'Özgür'
Özgür sürrealist düşünüyor,ilk başta anlattıkları size farklı  gelse de sonra anlatılanları mantıklı buluyorsunuz.
Ona göre'biz' ve'siz'var.'Siz',yani 'biz  birbirimizi sevmeyi bilmiyoruz..'Biz' yani 'O' herhangibir şeyi sevmemeyi hele de insanların birbirini sevmemesini anlayamıyor.
Maalesef farklılığının farkında ve kimi akşam okuldan ağlayarak dönüyor,öğretmenlerinin,arkadaşlarının onu sevmediğini düşünerek.Direniyor kendini sevdirmek için.
Konulmuş bütün kurallara uymayı reddediyor ve bu kuralların kim tarafından neye göre konulduğunu sorguluyor.
Soyut olan herşeyi de sorguluyor.
Annesine Tanrı'nın neden her akşam ettiği duaları duymadığını sorduğunda,annesinin 'Tanrı'nın çok işi var,bir çok insanla uğraşıyor,senin duaların da sıradadır' demesi üzerine,artık ettiği duaların karşılığı Tanrı'nın uğraştığı bu kadar insan arasında yanlış adrese gitmesin diye,duaya başlarken isim adres belirttikten sonra duasını ediyor.
Özgür'ün mecazı yok.Eğer siz ona' eteklerim zil çalıyor'derseniz gerçekten eteklerin zil çaldığına inanıyor.
Özgür 4 yaşındayken kendi kendine okumayı,10 yaşındayken İngilizce'yi öğreniyor.
İbranice,Arapca,Japonca ile de ilgileniyor,araştırıyor.
Doğada duyduğu bütün sesleri notaya çevirebiliyor.
Yüzüyor,resim dersi alıyor,
2012 senesinde değişimin başlayacağını,2023'de de bu toplumun başına onun geçeceğini iddia ediyor.
Yazının genelinden anlaşılabileceği gibi Özgür  annesi ile yaşıyor,babanın çocuk istememesi sonucu anne baba,anne 3 aylık hamile iken ayrılmış,annenin mükemmel gayreti ve eğitimi ile Özgür'ün üstün olan zekası doğru yönde yoğurulabilmiş.
Anne'nin hamile kalması tıbben tedavi gerektirirken kalınan bu hamilelik sonucunda dünyaya herkesin olmak isteyeceği zeka seviyesinde gelen Özgür,annesi tarafından mucize olarak tarif ediliyor.(Bence de gerçekten öyle bir çocuk)
Tek problem  Özgür ve Özgür gibi çocukların üstün zekalı olduklarına dair elde belgeler olmasına rağmen bu çocuklar otistik özellikleri yüzünden üstün zekalı çocukların okuduğu okullar da eğitim alamıyorlar,normal çocukların eğitiminin de onlara bir faydası olamıyor.
Özgür ve Özgür gibi çocukların daha da özgür olabilmelerine imkan sağlayacak bu tarz eğitim kurumlarını bilenler lütfen benimle irtibata geçsinler.
Böyle insanlara ihtiyacımız var.........
Bir yerlerden ses çıkana kadar hergün bu yazımı tekrar tekrar yayınlayacağım.
Yardıma ihtiyacımız var.

(İleride Özgür'ün resmini de yayınlayacağım,cismen de tanıştıracağım sizlerle........)

24 Haziran 2010 Perşembe

AYNA


Taş gibi kaskatıyım bu aralar......
Göz bebeklerim kupkuru,
Çok uzun zamandır ağlayamıyorum,
İçime akıtıp zehirimi,kendi kanımla zehirliyorum kendimi.....
Sıradan günler geçirip,kaybediyorum kendimi günlük koşuşturmaların içinde,
Çok çalışırsam,başka bir şey düşünemem,daha katılaşırım artık, hiç bir şey canımı yakamaz sanıyorum
Oysa gelecek biliyorum.......
Duygularımın grileşmesi,burnumun karıncalanması,içimdeki rüzgar dönüşleri,kalkan toz bulutları bozuyor bütün planlarımı, biliyorum birazdan olacakları.
Ve bekliyorum onu biraz irkilerek içten içe.
Geldiğinde gözlerimdeki yağmur,indiğinde yanaklarımdan aşağı,yutacağım boğazıma oturan şeyi,izin vereceğim  kendi sağanağıma,
Her ne kadar gerçeğinden çok korksam da bu sefer korkmayacağım içimdeki gök gürültüsünün gücünden,ürkmeyeceğim şimşeklerimin ateşinden,kapatmayacağım kulaklarımı.....
Öldürüp içimin zehirini gözyaşlarımın panzehiriyle,
Yüreğimin arınmasına,kendi toprağımın kokusunun burnuma dolmasına izin vereceğim.
Bırakacağım sızsın hücrelerimden içine gözyaşlarım,yeşertsin tekrar içimin ormanlarını,
Dışarı açılan pencerelerim çiçeklensin....
O kadar çok ağlayacağım ki,en sonunda öbeklenecek yağmur,kümelenecek yerde,kristal bir ayna olacak
Ve gösterecek  bana kendi yüzümü
En çok ona bakmaya korksam da .......

17 Haziran 2010 Perşembe

ERKEN YAZILMIŞ BİR YAZI......

Evet,erken yazıldı.
Çünkü günü geldiğinde yazılamayacak kadar tıkanılmış,yutulamayan şey boğaza oturmuş olacak.......
O insanın sevgilisizliğinin,annesizliğinin  ya da babasızlığının yüzüne vurulduğu günlerden biri daha geliyor bu pazar günü,gümbür gümbür.....
Kimseyi üzmek adına değil,hislerimi paylaşmak adına diyorum ki............

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Söylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
 
CEMAL SÜREYYA
 
Siz hiç kör olmanın ne demek olduğunu bilmeyin olur mu ?
 
Ve sen hayattaki en güvendiğim,tek yaslandığım adam,
Gittiğin yerde mutlu ol.........

5 Haziran 2010 Cumartesi

BALONLARIM.........

Bu akşam oturdum,hayata dair içimde biriken balonları şişiriyorum tek tek......
Üfledikce her birine nefesim tükenene kadar,can veriyorum onlara,uçmaya hazırlıyorum.
Onlar havayı içlerine aldıkca,ben havasız günleri geride bırakıyorum.
Kanatlanıp uçsunlar artık içimde birikenler,kimse yakalayamasın hayatımın uçan balon iplerini....
Şişirdiğim balonlarımı renklendiriyorum sonra.....
Yalnızlık rengi balonumu pembeye,
Gelecek rengi balonumu beyaza,
Belirsizlik rengi balonumu maviye,
Umutsuzluk rengi balonumu kırmızıya çeviriyorum.
Bir tek babasızlık rengi balonumu koruyorum içimde olduğu gibi......
Gece  yatağımda kurduğum mutluluk düşlerimle,gündüzlerin korkunç ve değişmez yasaları alay etmesin diye büyütüp renklendiriyorum içimdekileri......
Her ne kadar ömürleri bir toplu iğne sessizliği kadar olsa da umutluyum şimdi.........

30 Mayıs 2010 Pazar

ÖĞRENDİM........

Hayat kafama vura vura öğretti bana sonunda:
aynada gördüğüm yabancıyla uzlaşmayı,
içimdeki ben'e başkaldırmayı,onu yok sayıp hayata devam etmeyi,
kendime tahammül edebilmeyi,
çarklara balıklama atlayıp egolarımı törpülemeyi,yanlışlara karşı bilenmeyi,
önce düşünmeyi sonra düşünceleri kalıplar içine sıkıştırmaya çalışmayı,
kendi biyografime sığdıramadığım biriktirdiklerimle standart bir biyografi olmayı,
yaşanan bazı anların zihinleri dağladığını,ömür boyu bir mühür gibi taşınacağını,
sevilmeden sevmeyi,
sevilip de sevememeyi,
hiç bir şeyin geldiği gibi gitmediğini,
içimdeki dinmez yaşam ağrısıyla kendi uçurumlarımın kenarında dimdik ayakta durabilmeyi,
tarihin tekerrür olduğunu,
doğumun hayatın bitmeye başladığı ilk an olduğunu ve onun mutlu veya mutsuz geçmesinin sadece senin elinde olduğunu,
sevdiklerini zamanı geldiğinde bilinmezliklere uğurlayıp bununla yaşayabilmeyi,
düştüğümde yeniden hayal kurabilmek için tekrar tekrar minnacık umutlar bulabilmeyi,
Ve kafama vura vura öğretti sonunda,
Tanrı'nın en büyük yazar olduğunu ve hepimizin onun yazdığı romanın kahramanları olduğumuzu........

25 Mayıs 2010 Salı

O BEN !!!!!!!!



Yoruldum bu aralar yine kendimden,aynadaki görüntümle bile küstüm.

Başka bir ben arıyorum içimde şimdi,
O ben ,daha az düşünsün,daha az konuşsun istiyorum,daha güzel ve sevinçli baksın gözleri,heyecanla karşılasın gelen günleri,
unutabilsin arada bir,bitkin düşmesin yaşamaktan,herkes gibi olmaya çalışmaktan,
az da olsa gülsün aynadaki yansıması,didişmesin yaşamın sert kurallarıyla,olduğu gibi kabul edebilsin her şeyi,
geçmişin anıları,geleceğin soruları olmasın beyninde,
geriye bakıp gitmiş olanları hatırladığında gidecek olanları da düşünüp korkmasın şimdiden,
kimse için üzülmesin,kimse onun için üzülmesin,
kimseye yalan söylemesin,kimse ona yalan söylemesin,
günahlar,özlemler,hayata geçirilememiş çılgınlıklar,kavgalar olmasın içinde,
ruhu bedenine dar gelmesin,
ölümler,ihanetler,kederler,kurulamamış cümleler,yaşanamamış aşklar olmasın hayatında,
dışında olup bitenler onu bu derece etkilemesin,
üç maymun olsun,görmesin,duymasın,konuşmasın,
birileri çok sevsin onu,o da birilerini
Yani o ben………
Pınar olmasın…………
Ve mutlu olsun……..

17 Mayıs 2010 Pazartesi

BAZEN O ÇAĞIRIR.......

Eğer siz de tanıyorsanız onu bana hak vereceksiniz.
Tam bir eski İstanbul Beyefendisi'dir o.Kibar,nazik,asil.
Severim kendisini,tahminim o da sever beni,memnundur benden.
Fazla yakışıklı sayılmaz,hatta biraz çirkincedir dikkatli incelendiğinde ama kesinlikle çok titiz ve bakımlıdır......
Etkileyici ve alımlıdır,özgüveni yüksektir.
Giyim kuşamı farklıdır,farklı bir şıklığı vardır giydiklerinin,genelde koyu renkten hoşlanır...
Hayatımda tanıdığım en donanımlı en bilgili varlıklardandır.
Okumayı,düşünmeyi,hayal kurmayı sever,haftada en az 3 kitap bitirir,felsefeye de düşkündür.
Kendisine yapılan iyilikleri asla unutmaz hep karşılığını vermeye uğraşır,kadim kıymet bilir.
Bazen,
Herşeyden,herkesten sıkıldığımda,kepenklerimi kapatıp dış dünyaya,iç dünya tadilatına girdiğimde,nasıl hisseder bilmiyorum,bitiverir camımın altında....
Minik minik taşlar atarak cama beni oynamaya çağırır,ben de bütün işlerimi bırakıp ayağıma terliklerimi acele ile geçirip,inerim yanına ruhumun merdivenlerinden.....
Günlerce beraber oluruz,kah ağlar kah güleriz,bolca konuşuruz,başka kimseyi almayız aramıza.
Çağırır bazen o kibar,asil,nazik YALNIZLIK EFENDİ......
Bazen yalnızlık çağırır.................

15 Mayıs 2010 Cumartesi

AÇIK MEKTUP

Hey ölüm.....
Sana sesleniyorum beni duyuyormusun?
Çek ellerini artık tanıdıklarımın ceplerinden.......
Uğraşma sevdiklerimle,sevdiklerimin sevdikleriyle......
Hele hele yaşıtlarıma hiç yaklaşma!
Onların daha kurulacak cümleleri,hayat tarafından itina ile kırılacak hayalleri,büyütülecek çocukları var.
Umutları var,yaşam sevinçleri var belki hala.........
Anla artık,
Yakışmıyorsun işte onların bedenlerine.
Onları illet hastalıklar verip insan suretinden çıkarsan da sırıtıyorsun genç bedenlerde palyaço maskesi gibi.
Amacın benim sendelememi görüp sevinmekse,sendeledim,
Tamam artık düştüm işte,rahat bırak yaşıtlarımı
Senin yüzünden ne kadar çok kanadım, içimde donmuş kalmış nice anıyla boğuldum,ne çok eksildim,yarım yamalak kaldım.
Senden korktuğumdan değil,sevdiklerimi ve sevdiklerimin sevdiklerini kaybetmekten korkuyorum,
Yeter artık,eksildiğim kadarıyla kalayım burada böyle,daha fazla eksiltme beni.
Çıkar ellerini genç ceplerden............


NOT=Sevgili eski arkadaşım Yavuz,
          Gittiğin yerde mutlu ol,bütün çektiğin sıkıntılar bu tarafta kalmış olsun...........
          Hep o gülen yüzünle hatırlanacaksın............

14 Mayıs 2010 Cuma

CADI KAZANI

Çoğu insanın kendini mutlu hissedebileceği sessiz ve ılık bir gece yarısı…..
Bense,içimde kötü bir rüya görmüş,anlatmazsam herkes için kötü şeyler olacakmış hissiyle,kendi engizisyonlarımda yargılamak için kendimi,altındaki odunları ateşe verdiğim cadı kazanını kaynatıyorum.
Bağışlamadığım ama unuttuğum nice ihaneti,zamanın yırtılarak durmasına neden olacak kadar derin nice acıyı,üstü kapanmamış ama soğumaya yüz tutmuş nice öfkeyi ve artık kurmaktan korktuğum nice hayali karıştırıyorum uzun kepçemle,tekrar yaşamama başlamaya iksir olsun diye….
Biraz da, başkasına yanlış bana doğru eski huylarımdan katıyorum iksirime.
Sevgi arsızıydım eskiden,yine öyleyim….
Vahşiydim,dik başlıydım eskiden,yine öyleyim…..
Beni yaralayanı ben de yaralardım,yine öyleyim….
Coşkularım,heyecanlarım,arzularım,korkularım,endişelerim,
sevilmeden de sevebildiklerim vardı,hala var……
En çok sevgiyi güveni aramıştım bir zamanlar,hala arıyorum.
İnsandım yani…
Bunda direndiğim ve erozyona uğratmadığım için kendimi,hala öyleyim…..
Engizisyon beraat veriyor bana….
Çoğu insanın kendini mutlu hissedebileceği sessiz ve ılık bir gece yarısı…..
Bense,süpürgeme atlayıp gökyüzüne doğru yavaşça süzülüyorum.
Çok kötü bir rüya gördüm ve gökyüzünden bağırarak anlatmazsam bunu herkese ,çok kötü şeyler olacak………..

İzleyiciler

Blog Arşivi