Bir
zamanlar varlıklarını an ve an kendine eklediklerinden, şimdi sende kalan her günü birer birer tekrar tekrar düşünüyorsun.
Kim bilir belki de böyle avutup kendi kendini, vazgeçişlere,
eksikliğe, yanlızlığa böyle alışmaya çalışıyorsun.
Sakinleşiyor gibi gözüküyor zamanla hayat.
Sakinleşiyor gibi gözüküyor zamanla insan.
Aklında, yüreğinde, vücudunun her zerresinde dolaşıp duran,
çarptıkça acıtan ve bağırtan acı bile, içine yavaş yavaş yerleşip sakinleşiyor gibi gözüküyor bir süre sonra.
Oysa sen hala için yanarken burnuna gelen yanık kokusundan nefes alamıyorsun.
Oysa sen hala için yanarken burnuna gelen yanık kokusundan nefes alamıyorsun.
Bir elin aklında, diğeri yüreğinde kendine kalıyorsun
sadece.
Kendinle kalıyorsun.
Sanki en başından beri hep varmış gibi içinde bir yerlerde,
melodisini hatırlayıp da sözlerini unutmuş olduğun bir şarkı gibi, hayra
yorarak başkalarının bakışlarındaki deliliğini, kendi kendine mırıldana
mırıldana yaşıyorsun.
Suyun üzerinde sektirilen bir taş gibi belki de; ne var , ne
de yok, ne içinde, ne de dışında...
Dibini görebildiğin ve her damlasını hissettiğin bir su
birikintisinin üzerinde hayata değe değe durmaya çalışıyorsun.
Yaşıyorsun.
Yaşıyorsun işte böyle.
Değişen pek bir şey yok.
Hala zor ve bir o kadar acı.
Hala soruların, sorguların, kendinle, geçmişle
hesaplaşmaların var.
Ve hala her şeye rağmen düşünüyor, özlüyor ve seviyorsun.
Ama işte bir süre sonra bırakıyorsun ya artık kendini
hayata, acı dahil hiçbir şeyi ertelemeden, sadece kendi içinde olması gerektiği
gibi yaşıyorsun.
Sakince ve zamanla geçer aldanışlarına kanmadan üstelik.
Geçmez çünkü, biliyorsun...