27 Aralık 2011 Salı
HERKES GİDER Mİ?
Hani, herkes gider ya sen de alışırsın boşluklarına..
İşte bazen, tam olarak böyle olmaz..
Birisi gelir ve bu kuralı bozar..
Gelir..
Herkes gibidir gelişi oysa..
Bir süreliğine kalır hayatında ve sonra da gider..
Tıpkı herkes gibi.
Buraya kadar her şey tamam.
Ama sonra..
O giderken fark edersin ki, gittiği yer herkesten uzak,geldiği yerse herkesten tuzak....
Öyle 3 adım 5 adım da değil..
Tut ki 2 adım mesafende..
Ama uzak..
Nefes alışın kadar yakın, o kadar yakın ki gözü gözünde sanki; ama göremiyorsun..
Nefesi saçlarında belki ama hissedemiyorsun sıcaklığını..
O kadar da uzağa gitmiş çünkü,öyle unutulmak,hayatından çıkarılmak istenmiş..
Gülüşünün başkalarını ısıtacağını ya da uykuyla uyanıklık arasında söylediği ‘korkma ben varım..’ sözüyle başkalarını sakinleştireceğini fark etmenle, buna alışman arasında en çok hissedersin bu uzaklığı..
İşte bazen, tam da böyle olur..
Çünkü bazen ne yaparsan yap olmaz..
İkiniz de nefes alırsınız mesela..
Çözüm çok da gözünüzün önündedir..
Ama o birinin kalbinden gelmez sevmek.
Bulduğun tüm çözümler, yıktığın tüm engeller ellerinde parçalanır..
Tuzla buz..
Un ufak..
Sonra da giderken, en güzel gülüşlerinden birini önüne serer, hiç bir şey olmamış gibi..
Siz hala ağzınızda kuş tutmaya mı çalışıyorsunuz?....
Geçin bunları.
25 Aralık 2011 Pazar
SÖZÜM SANA.....
Ey insan sözüm sana,
Yoruldum artık ince hesaplarından,
fındık kabuğunu doldurmayacak şeyler için kılı kırk yararken,
Roma yanarken lir çalmalarından,
Kendi yarattığın kurallar,
kendi ördüğün duvarlar arasında rehavet uykularına dalışlarından,
Merdiveni icat edip,duvarlara tırnaklarınla tırmanışlarından,
Dünyada gezmedik,görülmedik tek bir metre kare yer bırakmazken,
kendi içinin kuyularının ışıklarını kapatmandan,
Hep sizin yüzünüzden bu hale geldim;
Aynaya bakıp kendimi göremiyorum artık,
İncitildim ya bu aralar yine sizler tarafından,
İçimdeki dublör oynamıyor kendimi,
Ruhumdaki suflör fısıldamıyor ne yapacağımı,
Bir süredir aradığınız kişiye ulaşılamıyor,artık hayalleri olmadığından...........
16 Aralık 2011 Cuma
KENDİMLE KONUŞMALAR......
Bu gün durdum bir an;
‘’Nerede yanlış yapıyorum’’ diye sordum kendime…..
Gözle görülen bir şey yoktu aslında,
söze dökülmüyordu,
kimse gözüme sokmuyordu hiçbir şeyi,
Anlatmaya çalışsam,ele avuca gelebilecek tek bir kelime yoktu.
Ama madem ki mutlu değildim,
madem ki hayat eğilip yanağımı okşamıyordu,
madem ki canım acıyordu,
yanlış yapılan bir şeyler vardı.
‘’Nerede yanlış yapıyorum’’ diye sordum kendime…..
Durduğum yer nereye daha yakındı?
Direnmeye mi,vazgeçmeye mi?
Gülmeye mi,ağlamaya mı?
Yaşamaya mı,ölmeye mi?
Hangi ara adımımı atıp ta geçmiştim sınırın bu yakasına,
Durduğum yer mi doğruydu yoksa sınırın öteki yakası mı?
‘’Nerede yanlış yapıyorum’’ diye sordum kendime…..
daha geçen gün seyrettiğim bir filmde’’her zaman her şeyin cevabı yoktur’’
diyordu bir kadın.
Ve benim yüreğim soramadığım tüm sorulara inat hala ısrarla o kadına inanmak istiyordu.
Biliyor musun;
ben notaları doğru bir şarkıyı yanlış sözlerle mırıldanıyordum belki de.
Hep yaptığım bir şeydi aslında ama bu sefer ki feci şekilde kulak tırmalıyordu.
Hep yaptığım bir şeydi aslında ama bu sefer ki feci şekilde kulak tırmalıyordu.
O yüzden bu sefer kimse duymadan susayım istedim,
Hiç açılmayacağını artık anladığım -üstelik bu mevsimde yok yere aralık bırakılmış- bir kapıyı kimse üşütüp hasta olmadan sessizce kapatmak,
nasıl çıktığını, nereye gittiğini kendimin bile bilmediği bir yol üzerinden yokluğum fark edilmeden,
yanlış virajlara döndüğüm,
erken duraklarda indiğim görülmeden geri dönüp yeniden başladığım yere varmak,
imla hatalarıyla dolu, öznesi yüklemi birbirine karışmış öyküleri sil baştan yazmak istedim…..
imla hatalarıyla dolu, öznesi yüklemi birbirine karışmış öyküleri sil baştan yazmak istedim…..
Olmadı,beceremedim.
‘’Nerede yanlış yapıyorum’’ diye sordum kendime…..
‘’Nerede yanlış yapıyorum’’ diye sordum kendime…..
Cevabım ne söze döküldü,
ne de bir göze değdi,
zamana ve sessizliğe karışıp gitti……… 13 Aralık 2011 Salı
DENERSİN.........
Bazen bildiğin halde,
artık karşındaki insanın,
olayın,
durumun,
düşüncenin sana birşey katmayacağını,
aksine senden alıp götüreceğini,
hiçbir şeyin değişmeyeceğini
ve kaldığın yerden asla devam edilmeyeceğini,
yine de denersin.......
Bir ihtimal belki,
diye denersin,
ya da kendi yanılma payını görmek,
gerçeği tam anlamıyla hissetmek için denersin.
Herkes şaşırırken sana,
yaptıklarına,
inandığın kişiye,
kulaklarını kapatıp herkese,
at gözlükleri takıp gözüne,
Denersin...
Kalan son parçayı da yok etmek için denersin,
o’na dair,
o olaya,
duruma,
düşünceye dair tek bir soru işareti bile kalmasın içinde,
bir daha geri dönüşü/n olmasın diye...
Denersin,
yine yanılırsın,
belki yine yenilirsin,
Kalan son parçayı da yok etmek için denersin,
o’na dair,
o olaya,
duruma,
düşünceye dair tek bir soru işareti bile kalmasın içinde,
bir daha geri dönüşü/n olmasın diye...
Denersin,
yine yanılırsın,
belki yine yenilirsin,
sen bağırıp ağlasan da yenildiğinde,
seni bu duruma sokanlar huzur içinde uyusalar da yataklarında,
Denersin,
Yenilirsin.
Aynı o bilindik sözdeki gibi;
Aynı o bilindik sözdeki gibi;
Yenilirsin ama,
Her sefer -daha iyi- yenilirsin...
Ve her yenilgiden sonra,
daha eksik,
daha duygusuz,
daha tecrübeli dönersin hayata,
Ve yine denersin farklı bir şeyleri,
Yine.......
KIRMIZI GÜNLÜK-Beenmaya.blogspot'tan alıntı vardır
Her sefer -daha iyi- yenilirsin...
Ve her yenilgiden sonra,
daha eksik,
daha duygusuz,
daha tecrübeli dönersin hayata,
Ve yine denersin farklı bir şeyleri,
Yine.......
KIRMIZI GÜNLÜK-Beenmaya.blogspot'tan alıntı vardır
11 Aralık 2011 Pazar
Yıllardır derme çatma bir kulübenin içinde bekliyordu,
Dört mevsim yedi renkte geçerken kapının önünden,
O hep yırtık perdeleri sımsıkı kapalı kulübede,elleri hep yüreğinde……
O pencerenin dışında ömür buyunca ertelenenler,
beklenip de gelmeyenler,ruha dokunan ezgiler pürtelaş nefes alıyordu….
onunsa cebinde paslanmaya yüz tutmuş anahtar,
kurulu saat durmaksızın cepten yiyordu.
Camdan bakıyor ve sadece bekliyordu derme çatma kulübesinde,
İçinde herkesin yaralarına merhem olan bir tabibin,kendi söküğünü dikemeyen terzinin hüznüyle……
Ve bir gün anladı,
Yalnızca kendinin açabileceği bir kapının arkasında,
Elinde yalnız ona ait olan bir kilitle,
ona hiç ait olmayan bir ‘’o’’nu beklemişti….
Hep başkalarını mutlu etmek için yaşarken,kendini ıskalamıştı,
Anladı,
Yollar aşınmış,kilit paslanmış,perdenin arkasından bakan gözler torbalanmış,
Ve beklenen hiç gelmemişti……
Cebindeki paslı anahtarı çıkardı,açtı kilitli kapıyı,çıktı dışarı…….
Temele bir dinamit koyup,geçmiş yıkılırken uzun bir yola çıktı,
Ağır ağır yürürken,
hep kendinde olduğunu sanırken,kendinde olmadığını anlamak,
yarım yaşantılardan arta kalan olmak gücüne gidiyor,
elindeki paslı anahtar avucuna batıyordu………
6 Aralık 2011 Salı
ŞIMARIK ÇOCUK........
Önce zile basıp,camdan elindeki rengarenk şekeri gösterecek,
ve beni yanına çağıracaksın,
Şen şakrak oyunlar oynayacağız beraber.
tam da oyunun en zevkli yerinde,pis ellerini üzerine sileceksin.
''Hadi artık oyun bitti'' diye seslenecek biri,
arkanı dönüp koşa koşa kendi evine döneceksin.
Kapıda durup bir an katıla katıla güleceksin bana,
sonra hiç bir şey olmamış gibi,
sokakta oynadığın,
artık yalnız kalmış arkadaşına el sallayıp merdivenleri çıkacaksın.
Ben çamura düşmüş o muhteşem, rengarenk şekeri yıkayacak bir sokak çeşmesi ararken,
Sen ertesi gün oradan taşınacağınızı bildiğinden hiç bahsetmeyeceksin.....
Çocuksun,
Şımarıksın,
Mızıkçısın,
Ve her çocuk kadar acımasızsın ya,
bunu da yapacaksın........
HAYAT sen bu'sun işte ...........
4 Aralık 2011 Pazar
KEŞKE........
Geçerken uğramış olsa zaman.
Kendi hızından kendi başı dönmüş olsa, bir nefeslik mola istese,
gelip oturuverse yanımıza tam da biz en güzel halimize bürünmüşken.
Konuşmaya başlasak oradan buradan derken derin, koyu bir sohbetin içinde bulsak kendimizi,
hiç bitmese istesek,
zaman bile kendinden geçse,
kendinin nasıl geçtiğini anlayamadan hem de...
Sonra kalkıverse aniden, biz kalsın diye bakarken,
o bırakması gereken anılardan, yaşanması gereken bu anlardan,
varılması gereken yarınlardan bahsetse,
dur diyemesek,
durursa eğer yaşamın durup da kalacağı,
bir daha atmayacağı yürekleri,
kendini gizleyenleri,
her adımı izleyenleri,
yolunu gözleyenleri düşünüp de susuversek sorgusuz sualsiz.
Giderken bir parça bıraksa kendinden,
unutmuş gibi yapsa,
seslenmeyip ardından unuttuğunu varsaysak biz de.
Ve biz hep o en güzel halimizle kalsak,
unutulan ama unutmadığımız o anda,
tüm sevdiklerimiz yanımızdayken
zamanda,
hayatta,
kendimizde,
birbirimizde.........
27 Kasım 2011 Pazar
BİRİNİN KADINI OLMAK......
Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!
Biraz korunmak, biraz şımarmak...
Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bir yerlerde çay içmek,
Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!
Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!
İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...
Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bir ara!
Sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim"mesajları görmek istiyorum telefonumda.
Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum.
Özlemek istiyorum birini.
Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum.
Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu!
Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara...
Gülümsediğim için daha çok çalışmak...
Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...
Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!
Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum "neredesin" diye, "Hımm kim aradı bakayım"diye!
Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!
"Biliyor musun ne oldu?"ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana.
Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar.
Ya bir yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bir de sonunda...
Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben yalnız olmak istemesem, yalnız olur ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!
Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!
Birinin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...
Çekirdek mutlaka olsun!
Yasemin PULAT
23 Kasım 2011 Çarşamba
YOK SAYDIM.....
İçimde yerini sevmeyen bir çiçeğin huzursuzluğu ile otururken bu akşam,gözüm saate takıldı,
Hayat bir yelkovan telaşında elimden hızla kaçarken,
oturdum tek başıma,
oturdum tek başıma,
başladığım yere geri dönüp her şeyi başa sardım.
Tekrar inceleyip bütün yaşadıklarımı,
(hayal kırıklıklarımı,
severken kaybettiklerimi,
İhanetleri,
Mutsuzlukları,
Ölümleri,
Gözyaşlarımı,
Başkaları için yaşamalarımı,
Bütün gereksiz fedakarlıklarımı,
‘’Aptal aşıklık’’larımı,
uçurum diplerimi,
terk edilişlerimi)
tek tek ayıkladım yaşananlardan.
Toplayıp hepsini bir araya,tavan arasındaki eski sandığa kaldırıp,anahtarını da okyanuslara attım.
Yok sayılmamak için belki,
üzülmemek için daha fazla,
üzülmemek için daha fazla,
Ben her şeyi yok saydım…………
Yemeğe kıyamadığım,zor zamanlar için sakladığım
bayram şekeri tadındaki yaşam sevincimden cebime dökülen kırıntılarla,
Ağzımı tatlandırmaya karar verdim…..
Yok sayılmamak için artık daha fazla,
ben her şeyi yok saydım.......
21 Kasım 2011 Pazartesi
NÜFUS SAYIMI......
''Bu dünya üzerinde şu an itibariyle tam;6.872.504.571 insan var!
Kimi korku içinde kaçıyor,
kimi günü kurtarmak için yalan söylüyor.
kimi şu anda hayatını mahvedecek bir suç işliyor,
Diğerleri gerçeklerle tam şu anda yüzleşiyor.
Bazıları kötü insanlar, iyiyle savaşıyorlar.
Bazılarıysa iyi, kötüye karşı mücadele veriyorlar.
Dünyada yaşayan 6 milyar insan...
6 milyar beden....
6 milyar ruh.....
6 milyar değişik düşünce tarzı.....
Ve bazen...
Tek ihtiyacımız olan içlerinden sadece biridir,
ve yanınızda değildir.
Bu durumda da geri kalan 6.872.504.570 insanın hiç bir önemi yoktur.........
20 Kasım 2011 Pazar
ESKİ FOTOĞRAF ALBÜMLERİ.....
Al eline eski fotoğraf albümlerini,
Bu sefer farklı bir bilinçle bak fotoğraflara….
Herkesin albümünde birlikte poz verdiği,
çok sevdiği/sevmediği,yakınen tanıdığı/tanımadığı,
hala hayatında olan veya artık hiç görüşmediği,
çoktan diğer aleme gitmiş veya hala yanında yaşayan bir sürü insanla çekilmiş fotoğrafları vardır.
Peki hiç düşündün mü,senin de böyle kaç kişide fotoğrafın var?
Kaç kişinin hayatında iyi,kötü,kısa,uzun rollerde bulundun?
Hangi zamanlarda onlarla birlikteydin?
Tam da hayallerinin gerçekleştiği anlarda mı?
Yoksa
derin kuyulara düşmek üzereyken,son bir hamleyle elini sana uzattığında mı?
Kaç yaraya merhem oldun,kaç yara açtın?
Senin yanında objektiflere gülümseyen o yüzlerden kaçı,
Hala gülümseyebiliyor hayata sen yanlarındayken?
Senin kaderinde o fotoğrafın içinde bulunmak mı vardı
Yoksa
‘’geçerken mi uğramıştın?’’
Bir daha fotoğraf albümüne bakarken bunları düşün……
Belki bir insanın hayatının çok önemli bir parçası oldun
Ama
Bunu hiç bir zaman bilemeyeceksin………
EĞER HAYATTAN TORPİLLİYSEN.........
Hayat bu,
Ufacık bir şey iyi veya kötü yönde hayatınızı değiştirebilir.
Sıradanlığın içinde beklenmedik bir olay,
Zamansızca çalan bir telefon ,
aniden kapınıza gelen bir misafir,
yolda karşılaşılan eski bir tanıdık,
beklenmedik bir ölüm,
bir kaza,
bir uçağa yetişememe mesela,bir sonraki uçuşa kalma,
kaldırımdan inerken ayağın burkulması,
hızla işe doğru koştururken bir çarpışma,
cadde ortasındaki bir su birikintisine basma,
Ya da ne bileyim arabayla giderken trafik sıkışık diye kestirme bir yola sapma.
O kadar basittir ki bunlar ve o kadar düşünmeden yaparsın ki,
bu yaptıklarınla hayatının yazgısını tekrar yazabileceğini düşünmezsin.
Sonra bir gün biran durup nefeslendiğinde ve dönüp arkana baktığında
hep doğru adımlar attığına,yanlış telefonu açmadığına,yanlış kestirme yola girmediğine inanmak istersin,
yaptığın hataları düzeltmek için hala yeterli zamanın olduğuna inanmak istersin,
umut istersin.
''Umut kötülüklerin en kötüsüdür,çünkü işkenceyi uzatır'' der Nietzche,
ama sen her işkenceye dayanıp,
nafile olduğunu bile bile hayatın yüzünü tırmalamak istersin.
Çok kolaydır bazen yakalayabilmek umudu minicik şeylerde,
bir bebeğin gülüşünde,içten bir sarılışta,bir şarkı sözünde veya sana sevgi dolu bakan iki gözde.
Ama şanslıysan hem de çok şanslıysan,
ve hayattan torpilliysen,
sevmişsindir....
ve sevdiğin kişi de seni sevmeye karar vermiştir.
İşte o zaman gerçekten umut vardır.........
18 Kasım 2011 Cuma
ESTETİK..........
Memnun değilim kendimden yine,
Estetik yaptırmak istiyorum,
İlk olarak aklımın bir bölümünü aldırayım diyorum,
Böyle karşımda bir erkek konuşurken gözlerimi kocaman kocaman açıp,
Hayranlıkla onu dinleyen,her şeye şaşıran, fıkır fıkır,
Ayak tırnağından saç telinin ucuna kadar işveli ve seksi bir kadın olayım,
O anlatsın ben ağzım açık dinleyeyim,her şeye hep şaşırayım,
Varsın aklım çok çalışmasın ama ben en sonunda bir erkekle mutluluğu yakalayayım….
Kişilikten bol miktarda kırpmak lazım.
Yatayım bir ameliyat masasına,kırpsınlar beni,
Tez canlılığımı,aceleciliğimin tamamını alsınlar mesela,
yerine rahatlık,umursamazlık iyi gider.
Haksızlığa dayanamayışımın bir bölümünü tıbbi atıklar bölümüne göndersinler,
Ondan boşalan yere duygusuzluk protezi koysunlar.
Hassasiyetimin en az 4/3’ünü almalılar,yerine ‘’hayır’’ diyebilme protezi konmalı.
Liposuction yöntemiyle ‘’ince düşünmeyi’’ ve ‘’ayrıntıya takılmayı’’ da aldırmalıyım.
Konuşma yeteneğimi ‘’laf geçirebilme’’ ile değiştirmeleri lazım.
‘’İşini fazla ciddiye alıp hayattan soyutlanma’’ kısmını tamamen silip
‘’Biraz da saman altı su yürütme’’ ile ‘’sağ gösterip sol vurma’’ plantasyonu lazım.
Nekahat devresinin sonunda duralım,duruma bakalım,
Uymaz sa biraz da ‘’ar’’ dan aldırır, yerine’’yüzsüzlük’’ koyarız,
''Dürüstlük'' ''apandisit'' gibi yük aslında,onu da aldırıp yerine''üçkağıtcılık'' enjekte ettirebilirim.
‘’Başkalarını mutlu etmek uğruna kendini mutsuz etmek kısmını’’ da halledebilirsek
Olay tamamdır.
Sonra gelsin mutlu hayat........
15 Kasım 2011 Salı
TEMİZLİK GÜNÜ.......
Saçma sapan yaşıyorum şu sıra,
Boşa atılan ağ,
Üzümsüz bir bağ
Kendi lavında eriyen dağ,
Zamanı boşa geçen bir çağ,
Ve en fazla bir ölü kadar sağ,en az bir ceset kadar ölüyüm.
Hayat acımasızca incitince beni,dublör kullanamıyorum son zamanlarda.
Yarın silkelenip kendine gelme günü,
Bu gün de onun dünü…..
Kalp denilen şeyin de bir hacmi var,bütün her şeyi biriktiremem ki içimde.
Korumamak lazım bütün geçmişi,dünü,bugünü,
İstiflenmez ki her şey üst üste,
Ölüyle canlı aynı yere konmaz ki,
Kalbin de bir kapasitesi var,
Kendine göre yetenekleri,kendine has nedenleri,
Hatırlama nöbetleri,unutma zamanları…..
Kalanlar kalsın,unutulacaklar unutulsun.
Yarın temizlik günü,
Silkelenip kendine gelme günü,
Bu gün de onun dünü………..
11 Kasım 2011 Cuma
YÜZLEŞME.....
En sıkılgan sonsuz vaatleri,
en uzun kısa cümleleri,
en verildikce daha çok karşılık isteyen sözleri,
en vurgun saatleri,
en kelimesiz konuşulmuş anları sonsuzluk gibi dinlediğim oldu......
Sıkıldığım da oldu tutulmayacağını bildiğim vaatler kısmında.
Aniden büyüyerek inanmayı kesip,
aniden çocuklaşarak her şeye inandığım da oldu.
Kendimi inanmaya zorladığım hikayeler,isteyerek daldığım rüyalar,
Ve o rüyalardan kendimi uyandırabilmek adına verdiğim onca mücadele....
Hayatında yaptıklarından dolayı bazen kaybedip deneyim kazanmayı,
yapamadıkların için hayıflanmaya tercih etmek gerekir.
Nasıl olsa ikisinden birinde sonuçta pişman olacaksın.
Ben ilkini seçtim.......
Daha önce de söylemiştim ya ,
''Şimdiye kadar hayatıma,benim ona verdiğim değeri geri aldığımda çıplak kalmayan tek bir insan girmedi,oysa ben hep giyinik olduğum için utandım'' diye,
Bu saatten sonra ''herkes için her şey olmaktan yoruldum'' demeye hakkım var mı bilmiyorum ama,
Sanırım hala giyinik birini bulabileceğime dair umutlanmaya hakkım var..........
22 Ekim 2011 Cumartesi
RESMİ BELGE.....
Yetkili merci dikkatine.......
İş Bu belge ile resmi olarak yetişkinlikten istifa ettiğimi bildiririm.
Tekrar 8 yaşın tüm sorumluluklarını kabul etmeye hazırım.
Yağmur sonrası çamurlu sularda tahta parçası yüzdürmek, kayalarda yürümek istiyorum.
Çikolatanın paradan daha iyi olduğunu çünkü daha tatlı ve yenilebilir olduğunu düşünmek istiyorum.
Sıcak bir yaz gününde bir meşe ağacının gölgesinde oturup arkadaşlarımla limonata satmak istiyorum.
Hayatın daha basit olduğu zamana dönmek istiyorum.
Bütün bildiğiimin, renkler, çarpım tablosu ve ninniler olmasını,.....
ne bilmediğimi bilmemeyi ve umurumda olmamasını,
Bildiğim tek şeyin mutlu olmak olmasını, beni üzecek veya kızdıracak şeylerden tamamen bihaber olmayı istiyorum,
Dünyanın adil olduğunu, herkesin iyi ve dürüst olduğunu düşünmek istiyorum.
Her şeyin mümkün olduğuna inanmak istiyorum.
Yaşamın karmaşıklığını unutup, yeniden küçük şeylerden fazlasıyla heyecanlanmak, zevk almak istiyorum.
Tekrar basit yaşamak istiyorum.
Günümün, bilgisayar arızaları, kağıt yığınları, üzücü haberler, bankada para olmadan ay sonunu getirme kaygıları, doktor faturaları, dedikodu, hastalık ve sevdiklerin kaybedilmesinden ibaret olmasını istemiyorum.
Aşkın varlığını (daha doğrusu yalan olduğunu) bilmek dahi istemiyorum.
Gülümseme, kucaklaşma, tatlı bir söz, doğruluk, adalet, barış, rüyalar, hayaller ve kardan adam yapmanın gücüne inanmak istiyorum.
İşte, dosyalarım,bilgisayarım, kredi kartlarımın ekstreleri,gelir belgelerim.
Resmi olarak yetişkinlikten istifa ediyorum.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.........
11 Ekim 2011 Salı
KİR...........
Bir masal yaşadım yıllar önce .....
Okuduğumdan büyük,kendimden büyük,hayattan bile büyük bir masal.....
Hep öyle sandım.....
Çünkü her dakikasında kendim bile kendime masal anlattım hayatta dik durabilmek uğruna,
Güçlü olabilmek uğruna,
Hikayesi bir aşkın kenarından geçiyor diye en ağır kirleri taşımaktan yorulmadım.
Ara ara gerçeğe uyandığımda,masalın kaybolma ihtimalini düşündükce,
Olmayacak olana en olmayacak yerinden sarıldım.
Önce tozlandım,sonra kirlendim,sonunda da kırıldım.
Zaman geçti sonra....
Aynaya baktım bir gün,
Baktıkca hatırladım,hatırladıkca içerledim.......
Masal bittiğinde evinin yolunu arayan herkes gibi yağmuru bekledim......
Sokağın ortasında dikilip duran,inatla yağmuru bekleyen kirli bir çocuğu kimse görmedi.
Ben hep sustum ve saatimi gecenin en ıssız yerine kurdum.....
Herkesten uzak bir yerde,parmaklarımın arasındaki kurşun kalemle;
kirlenmiş bir masaldan temiz çıkabilmek için hayatın karşısına,
aşka arkasını dönmüş bir çocuğun masalını yazmaya başladım sıfırdan........
EMRE KALCI
8 Ekim 2011 Cumartesi
YARIN KİMSELERİN BEKLEMEDİĞİ BİR ŞEY YAP.......
Hep kendin olmaktı derdin,
Hep bunun için mücadele ettin,
Kimi zaman küçümsendin,
Kimi zaman deli dediler sana,
Kimi zaman sadece farklı.
Evet farklıydın,hatta engelliydin,
Uyumu tekerlekli sandalyede,fikirleri koltuk değneğine mahkum……..
Hep kendine yakın,başkalarına uzak yaşadın aslında.
Kimi zaman kendini çok yalnız hissettin,seni senden başka kimsenin anlamadığını düşündün,
Hatta kızdın kendine kimi kez,yolunu kaybettiğini sandın.
Üzüldün içinde yapay duygular,sahte vaatler,klişeleşmiş duygular barındıramıyorsun diye.
Böyle zamanlarda,hayatın karışık yün çilesine döndüğü anlarda hep iki seçenek var elinde;
Ya sıradan olacaksın,
Ya da tutup karışık yumağın içinden sarkan bir ip parçasını,
Sabırla açacaksın bütün düğümleri.
Yarın kimselerin beklemediği bir şey yapabilirsin,değiştirebilirsin bir anda her şeyi.
Bırak elmalarla armutlar ayrı sepetlerde dursun…..
Çünkü ne yaşarsan yaşa yanından akan bir yol var,
Ne yaşarsan yaşa asla kendini taklit etme,
Ve ne yaşarsan yaşa başkaları için kendi hayatını feda etme,
Bu hayatın kurallarına göre yaşasan da,bu hayata göre sevsen de sen başka bir yola aitsin.
Haydi yarın kimselerin beklemediği bir şey yap ve yaptığınla çöz hayatının karışık yumağını……….
2 Ekim 2011 Pazar
BU DEVİRDE KADIN OLMAK..........
Bu devirde kadın olmak, yarı hamile olmak gibi bir şey.
Diyor ‘Can Dündar’:
Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak gibi yani...
Doğuramamak gibi,tıkanıp kalmak gibi,
Hem erkeklerle aynı okullarda eşit şartlarda okumak, hatta daha iyi olmak,
Hem de işe girebilmek için patronlara 30'una kadar evlenmeme, çocuk yapmama sözü vermek.
Her sabah çocuklarının anası, sevdiğinin kadını olarak uyanmak.
Tüm dişi içgüdülerinle aynada hoş birini görene kadar çabalamak.
Ve ardından ekmeğin peşine düşmek.
Erkek gibi çalışmak.
İşinde mantıklı ,dışarıda duygusal olmak.
İşinde atik, yırtıcı, tuttuğunu koparan,
Evinde narin, hassas, şefkatli olmak.
Güzellik bir yere kadar deyip, o bir yere bir türlü varamamak.
Hiç bitmeyen güzel, bakımlı, ince, genç kalabilme çabaları vermek.
Kozmetiklere, estetik müdahalelere servet yatırmak.
Nice okullar,üniversiteler okumak Masterlar, doktoralar yapmak.
Ama hayatın anlamını ille de bir erkekte bulmak.
Erkeksiz yaşamayı seçenler için hep bir yanı eksik olmak,hayata karşı daha da fazla bilenmek,o içgüdüsel zerafetten ödün vermek mecburen.
Onu anlayabilecek bir erkek uğruna bütün her şeyden vazgeçebilecek olmak ama bunu kimseye anlatamamak….
Ya da hem saygıdeğer eş, muhteşem ev sahibi, başarılı iş kadını olmak...
Hem kariyer hem çocuk yapmak,
Çok ciddi toplantılar, büyük pazarlıklar yapmak.
Bunları yaparken giydiğin ciddi pantolon takımların altına , seksi jartiyer giymeyi unutmamak.
Ah senin bir bakışın icin ne taklalar atan karşındaki ciddi adamların, senin namusunu korumak için seferber olup kurallar koymasına gülmek.
Bu devirde kadın olmak....
Ardı ardına değişimler geçirmek.
Bitmek tükenmek bilmeyen şizofreniler yaşamak.
Bu devirde kadın olmak,
Can Dündar demiş ya...
Yarı hamile olmak gibi birşey.
Aynı anda hem hamile olmak, hem olmamak,
Doğuramamak gibi,tıkanıp kalmak gibi..........
1 Ekim 2011 Cumartesi
ŞİMDİ SEN UYUYORSUN........
Sen şimdi karşımda yorgunluktan bitap düşmüş halde,
oturduğun yerde kafan arkana yaslanmış uyuyorsun.
Soluk alış verişlerini duyuyorum.
Ara ara kafandan geçenler seni rahatsız ediyor olmalı,omuzların seğiriyor.
O kadar rahatsız bir uyku ki bu,sanki birazdan uyanacak ve içinde bulunduğun yaşamdan koşa koşa çıkacak gibisin.
Kim bilir neler görüyorsun uyur uyanık uykularında.
Odanın gittikçe soğuyan havası üşütmeye başlamıştır omuzlarını,bir battaniye örtüyorum üzerine.
Sen şimdi uyuyorsun, dağılmış ve başın arkaya düşmüş.
Öylesine korunmasız,öylesine masum,öylesine sevimli.
Bense sen hayatıma girdiğinden beri,yanımda olduğunu bilerek,hissederek sıcacık uyuyorum.
Yarın günün yeniden doğacağına, vakti gelince bahçedeki erik ağacının yeniden dal dal yeşil yeşil bahara duracağına olan inancı tüketmeden...
Aydınlığım kadar karanlığımı, doğrularım kadar yanlışlarımı da göstermekten çekinmeyen bir elin varlığını sırtımda hissederek,
Sesler kadar sessizliğe de ışıkla bakarak,
Başka bir şeye bürünmeye, gitmeye, yapay gülücüklere ve rollere gerek görmeyerek,
Birine güvenerek…..
Sayende anladım bir çok şeyden daha önemliymiş gerçekten paylaşabilmek,
Riyakar duygulardan daha önemliymiş gerçek olan,
Ve varmış hayatın bir kaldırma kuvveti iki kişi birlik olunca,
İki cambaz bir ipte oynayabilir,iki inatcı keçi köprüleri beraber aşabilirmiş.
İki cambaz bir ipte oynayabilir,iki inatcı keçi köprüleri beraber aşabilirmiş.
Yaşama gülümseyebilmeyi öğreniyorum………
NOT=Yazımda'' Kanatlarım''dan alıntı vardır.
23 Eylül 2011 Cuma
BUGÜN.........
Her 25 Eylül'de olduğu gibi,
Bugün de arayıp bulmak bile istemiyorum nasıl olduğumu..
Kat kat yorganların altına girip uyumak bütün gün,
Çalan bütün telefonlara,sunulan bütün sevgilere,dışarıda benden habersiz akıp giden hayata kapılarımı kapatıp,
Yalnız susmak, bağıra bağıra sus pus olmak,
Ve hayatı dondurmak tek arzum,senin bizimle birlikte olduğun son günde,gitmeden önce....
Hızla giden bir arabanın duvara çarptığı o andaki parçalanıp dağılma hissi boğazıma yapışmış;Yalnız susmak, bağıra bağıra sus pus olmak,
Ve hayatı dondurmak tek arzum,senin bizimle birlikte olduğun son günde,gitmeden önce....
nefes alamıyorum..
Bu gün yalnız susma hakkımı kullanıyorum..
Canımcım,Babişkom,
Seni çok özlüyorum.......Gittiğin günden beri en sevdiğim renk mavi,
Gözlerinin rengindendir diyorum......
2 Eylül 2011 Cuma
BUGÜN BİR DUA OKUDUM SENİN İÇİN.........
(Evet tam tamına bir hafta önce......
Ama kendimi tanıyoum,bir hafta sonra gücüm olmayacak......
Bir hafta sonra gücüm tükenecek,kendi kabuğuma çekilip susacağım ,kendi acımı kendi içmde eriteceğim......
O zaman şimdi konuşma zamanı.
O baş ucuna dikilen anlamsız beyaz mermerde de yazdırdığım gibi''Mavi gözlü dev adam'' seni çok seviyorum......)
Bugün bir dua okudum senin için,
Bugün bir duaya adını verdim.
Asla telafisi olmayan bir zaman hatasına denk geldik seninle,
Kısa çöpü sen çektin ve gittin…….
Şimdi hayat senden çaldığı yılları bana ekliyor,ben çok gönüllüsü olmasam da....
Sen kaldığın 78 yaşında ve hala yaşam sevinci dolu halinle bakarken hayata,
Seni düşününce hala benim gözlerim yaşarıyor……
Biliyor musun en çok gökyüzüne baktığımda hatırlıyorum seni.
Gözlerinin rengindendir diye düşünüyorum.
Bu yüzden belki en sevdiğim renk 25 eylül 2008,saat 17,13’den beri mavi,
Çünkü hala bana sevgiyle bakan o mavi gözleri deli gibi özlüyorum.
Belleğimin rafları arasında deli gibi dolaşıyorum,
Dokunuşunu,kokunu anımsadığım eller uzanıyor bedenime,o zarif,sanatcı ellerini öpüyorum hasretle.
O işten yorgun argın dönüp,kendimi şımarık kız çocuğu halimle kucağıma attığım günleri özlüyorum...
Yaşandığı anda adını koyamayacağım kadar büyük bir acının,ucundan tutup da azaltamadığım bir yasın gizli tanığıyım bu günlerde yine,
Annem ve ben,dile dökemediğimiz kelimelere,kaçırılan bakışlara sığınıp birbirimizden habersiz,
Her sene bu zamanlarda birlikte anıyoruz adını,birbirimizden kaçarak….
Bu gün bir dua okudum senin için,
Bir duaya adını verdim,
Kabul olursa,
Senden sonra olanları,sana söyleyemediklerimi sana ulaştırsın diye……
Bugün bir dua okudum senin için,
Bir duaya adını verdim.
Adını üç yıldır bir beyaz taşta görmektense,bir duada bilmeyi seçtim……..
Her zaman senin kızın olmaktan gurur duydum,
Ve ömrümün sonuna kadar da gurur duyacağım.....
Gittiğin yerde mutlu ol mavi gözlü dev adam,
25 eylül 2008,saat 17,13’den beri en sevdiğm renk mavi,
Gözlerinin rengindendir diye düşünüyorum..........
not:bu yazi Beenmaya adli yazardan alinmis,ufak eklemelerle
kendi babama uyarlanmistir.
28 Ağustos 2011 Pazar
UMUDA YOLCULUK 2 (DUM SPIRO SPERO.......)
Hayatın aslı sende,senin içinde.
Unutma hayatın aslı sensin.
Bir beklentin varsa eğer hayattan,önce kendine hak ettiğin değeri vermelisin.
Ve asla başkalarına ait elbiseleri kendi üzerine oturtmaya çalışıp,başkasının hayatını yaşamaya kalkma.
Bu hayat sadece ve sadece senin……
Kaçırma gözlerini hiç hayattan.
Başını hiç öne eğme,hep hayatın gözlerinin içine baksın gözlerin ve kendi içine,
Çünkü bakabildiğin kadar varsın bu hayatta…..
Sadece bakmakla da yetinme,görmen de lazım,
Görüp bilmen,bilip de sevmen lazım….
Bir nefeslik molaları çok görme kendine,
Arada bir karanlıkta kalsa da bir yanın,sakın pes etme,
Çekil kendi kabuğuna bir süre.
Aydınlığın kendi içinde,ara ve bul onu.
Gerçeğinin düşlerle bölünmesine,düşlerinin gerçeğinin altında ezilmesine izin verme.
Ve unutma sakın;herkes kadar mutsuzsun aslında,
Hepimizinki kadar büyük senin de acıların,hayal kırıklıkların,çıkmazların.
Başladığımız yol da aynı,yolun sonunda varacağımız kapı da……
Hepimiz cinsel yolla bulaşan,adına hayat denilen,ölümcül hastalığa yakalanmış yaşayanlarız,
Seni diğerlerinden farklı kılan bu yolları nasıl geçtiğin,nasıl ilerlediğin sadece.
Alışma,alıştırma kendini düzene.
Alışmak vazgeçmektir en çok dünyadan,hayattan,kendinden,
Ve en büyük ihaneti kendine etmektir,
Gizlenip de hayatın olmadık kuytularına,yaşıyorum yalanının en dibine çöreklenmektir……
Varsın düşsün zaman zaman süngüleri düşlerimizin,
O yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız hayatımızın içinde,o gerçeğin en keskin yanında bile varız.
Ve hiç unutma = ‘’DUM SPIRO SPERO’’(Nefes alıyorsak her zaman umut vardır……..)
27 Ağustos 2011 Cumartesi
RÜZGARIM BEN............
Asi,başına buyruk,deli ,kimi zaman fırtına ama buna rağmen hep gittiği yeri bilen.
Usulum ama bu aralar.
Sakinliğim umudun habercisi.
Hafifce,belli belirsiz süzülüveriyorum aralık bırakılan pencere kenarlarından,sokak aralarından,çocuk seslerinin yankılandığı evlerden,pür telaş yaşanıp da giden hayatın içinden.
Yavaşca değiyorum gözlere,yüzlere,kilit altı saklanan yüreklere.
Değiyorum ve gelip geçtiğim yerlerden,yüreklerden topladığım masalları fısıldıyorum her birine.
Vazgeçilmiş düşlerden,söylenmemiş sözlerden,kendilerinden bile sakladıkları hayallerinden bir şarkı tutturup söylüyorum.
Rüzgarım ben.
Asi,başına buyruk deli ,kimi zaman fırtına ama buna rağmen hep gittiği yeri bilen.
Geçmişten esip geliyorum önce;
Takılıp kalınmasın sakın,o dökülen yapraklar hep eski günlerden.
Geleceğin belli belirsiz tasvirini çiziyorum düşüncelere;ne de olsa gelen yenilenme,uyanma mevsimi.
Ama en çok şimdi’de konaklıyorum,şimdi’de biriktiriyorum bütün iyi niyetleri,dilekleri.
Sen de farkındasın aslında;içindeki hayat sadece şimdi’de gizli.
Dedim ya rüzgarım ben.
Asi,başına buyruk,deli ama buna rağmen hep gittiği yeri bilen.
Sen benim elimi böyle tutmaya devam et yeter.
Sadece seni üşütmeyen ama şöyle bir silkeleyip kendine getiren varlığımla hatırlatırım ben sana kendimi,kendini,şimdiyi…….
NOT=Yazımda ‘’Kırmızı Günlük’’ ten alıntı vardır.
26 Ağustos 2011 Cuma
BÖYLE BİR ŞEY.............
Kurak topraklara düşen yağmur tanesi...
Dik durmaktan yorulmuş çiçeğin suya eğilip soluklanırken kendini görmesi; suyun aksinde...
Bir damla umutla toprağa ekilip, yüzlerce ekine dönmesi bir tohumun...
En karanlık yerinde kitabın,dehşete kapılmışken sıkıntıyla;güneşin hiç beklenmeyen ufuklardan doğması..
Kâğıdın kalemle dansı...
Hani bir kelime yazmak için oturursun masa başına,ama kelimelerin ardı arkası kesilmez..
Esir alır imgeler seni, dans ihtişamlıdır..
Eteğindeki bütün taşları boşaltır ve içindeki boşluğu kağıda dökerek doldurmanın hazzıyla kalakalırsın..
N’olur bitmesin diye tane tane okuduğum o enfes kitapların..
Saatlerce bir tablo gibi baktığım denizlerin,maviye boyadığım duvarların,...
Sızlayan kanatlarıma "biraz daha dayan" diyerek süzüldüğüm göğün, "İşte başardım." diyerek daha da yükseğe uçmanın tarif edilemez tadı...
Çocukluğumun tozlu,güzel anılarının kokusu...
Ağlayarak koşup kapandığım bahçe duvarının güvenirliği ve kaçıp kaçıp sığındığım, dallarına tırmanıp da saatlerce konuştuğum o koca çınarın sakinliği,gizemi ve bereketi....
Kanadın rüzgarla-kağıdın kalemle- -ışığın renkle dansı gibi....
İşte en kısa anlatımıyla böyle bir şey…………..
23 Ağustos 2011 Salı
BU YAZIMI KİMSEYE YAZMADIM.......
Okumaya başladığınız bu satırların hiçbirisi benim dilimden kimseye özel mesaj olsun diye yazılmadı.
Bu satırlar sadece içimin sessiz dışa vurumları.
Sessizliğe gömüldüm bir süredir,
Yalnızlığa,
Susmaya,
Kendimle başbaşa,sevdiğim beni tekrar toparlamaya çalışıyorum.
Sessizlik dediğime bakma,
Korkunun,endişenin,belirsizliğin,sesini duyuramamanın,görmezden gelinmenin ağzını kapatıyorum sıkı sıkı avuçlarımla.
Henüz atılmamış bir kurşun ağırlığında kabullenişim her şeyi,
Ve onca sesin içinde sessiz oturmak benimkisi........
Bu kelimeleri kimseye yazmadım.
Okumaya başladığınız bu satırların hiçbirisi benim dilimden birileri kendine ders çıkarsın diye yazılmadı.
Yazılamaz da zaten,
Uzun zamandır ellerim kalem tutamıyor çünkü,kafamdan geçenler kalemimden düşenlerle örtüşmüyor,
Etrafım buruşturulup fırlatılmış kağıtlarla dolu....
Belki de okumaktan çok sıkıldığınız bu cümleler kimsenin gündelik hayatında yer etsin diye de yazılmadı.
Ben kendi hayatımın peşindeyim bu günlerde çünkü,
Sokak aralarında,bir şehrin yıkıntılarında,sarılmayan yaralarda,bir ananın dizinin dibinde saklambaç oynuyorum hayatla,
Ne de olsa,onca gerçeğe,onca yaşanmışlığa rağmen hala çocuk yüreğim,
Gözümü açıyorum;''önüm,arkam,sağım,solum sobe,saklanmayan ebe.....''
Ama saklanan o kadar çok ki her seferinde ebe olmak bana düşüyor.
Hem de en köründen........
Benim başlatmadığım bir oyunda bir var olup bir yok olmak benimkisi......
Dedim ya,
Bu satırların hiç birisini hiç kimseye mesaj olsun diye yazmadım.
Bunlar, kimi okuyana göre bunalım bir insanın saçma yazıları,
bana göre nereye gideceğini,ne yapacağını bilememenin satırları,
Endişenin korkuyla karışık,yalnızlıkla sırnaşık halinin dışa vurumu sadece....
Bu satırları okumayı bitirir bitirmez,herkes hayatına devam etsin kaldığı yerden,
Zaten benim de en kısa sürede ayrılmam lazım bulunduğum yerden,
Şansım yaver giderse,sağlam kalan yerlerinden tutunup hayata,çıkacağım bulunduğum derinlikten,
Bütün kabuslar uyku bitince sona erer ya nasıl olsa,
Uykuyla uyanıklık arası bir yerlerdeyim şu an,
Gün doğumuna çok az kaldı.................
19 Ağustos 2011 Cuma
BİLİYOR(UZ)SUN..................
Biz seninle aynı cama konulmuş iki ayrı saksıdaki çiçeğiz aslında,biliyorsun,
Ayrı saksılarda olsak da, her gecenin karanlığında,her gün doğumunda,gözümüz yollarda,
Beklediğimiz aynı güneştir aslında……..
Bu yazdıklarımın sana olduğunu biliyorsun……
Adını da biliyorsun,
Dudağımın ucunda takılı,düştü düşecek avuçlarına.
Senin adın gelmekle gitmek,söylemekle susmak,olmakla olmamak arasında.
Geceyle gündüz gibi,
Bir üşütüp bir ısıtır gibi,
Önce yaralayıp sonra sil baştan onarır gibi,
Önce dövüp sonra sever gibi…..
Kendi içini biliyorsun,benimkini de….
Denizimiz dalgalı hep,bir ıslık gibi hala çalmakta kulaklarımızda geçmişimiz,
Yüreğimiz yorgun,yüreğimiz belki de en çok kendine (t)uzak,
Başımızın üzerinde dönüp duran kuşlar her daim fırtına habercisi.
Hep etrafta med-cezirlerimizden saklanacak bir sığınak bulunmalı.
Her şeye rağmen gözümüzü karartıp ta salsak kayığımızı birbirimizin enginlerine,
Bulaşsak bir kenarından,kaybolsak o ucu bucağı olmayan suskunluğunda birbirimizin,
Dalgalanmalarımızdan bezmesek,karanlığımızdan korkmasak,
eğilmesek,yenilmesek,
Bekleyip de zamanını,denk gelsek durgun sularımıza,
Ve birbirimizin darmadağın topraklarına ayak bassak ,
olabilirmi ki?……
olabilirmi ki?……
Hayatı da çok iyi biliyoruz ikimiz de,
Kimilerine göre bir oyun;rolleri,kuralları,özneleri,cümleleri değişen,
Kimilerine göreyse gerçeğin en düşsüz hali,
Bir gün var,bir gün yok,bazen simsiyah,bazen renkli,
Hep bir saklama,saklanma şekli,
Hep bir düşme,yuvarlanmadan kalkabilme hali.
Hep bir düşme,yuvarlanmadan kalkabilme hali.
Ama biz olduğumuz gibi gelsek,geçiversek birbirimizin karşısına,
Ne oyun,ne gerçek,ne masal,ne düş vaat etmesek.
Göstersek birbirimize en derindeki yaralarımızı,
Göstersek birbirimize en derindeki yaralarımızı,
Sadece ben olsam,sadece sen olsan,
Sadece seni istesem,sadece beni istesen,
Denememizi beklesek birbirimizden sabır gösterip,
Bırak su boyumuzu aşsın desek başarabilir miyiz ki sence?
Dedim ya,
Biz seninle aynı cama konulmuş iki ayrı saksıdaki çiçeğiz aslında,
Aynı camın soğukluğunda üşüdü hayallerimiz,
Ve aynı hayal kırıklıklarıyla döndük birbirimize doğru yüzümüzü……..
15 Ağustos 2011 Pazartesi
SUSTUM............
Gözün göremediği zamanlardayım şimdi,
Sözün terk ettiği zamansız susmalarda......Zamansız.
Gözden ve sözden uzak,hayatın üzerinde bir ip cambazıyım.
Hala yürüme gayretindeyim,düşeceğim yer açık seçik…….
Ruhum bedenime,ayaklarım yorganıma sığmıyor yine.
Aslında ben notaları doğru bir şarkıyı,yanlış sözlerle mırıldanıyorum bu aralar galiba,
Bu belki hep yaptığım şeydi ama,bu sefer feci şekilde kulak tırmalıyor.
Zamanın denk geldiği ilk arada soruyorum içimdeki falcıya
‘’Ben mi yanlış yerdeyim ‘’diye…
‘’Bir kelebeğin ömrüne bağlanıp kalmış senin düşlerin ‘’diyor
Bir kelebek ölüsü koyuyor avuçlarıma;’’Artık gerçeğe aç gözlerini…….’’
Alıyor ipin üzerinden,bir tren vagonuna bindiriyor beni hayat.
‘’Artık gerçeğe dönme vakti geldi’’diyor.
Biletim önceden kesilmiş.
Benim seçmediğim bir yolculuk bu,içimin istemediği.
Başladığım istasyona geri gönderiliyorum.
Hiç yola çıkmamışım gibi,hiç yaşamamışım gibi yaşadıklarımı,
Hiç sinmemişim gibi kimsenin yüreğine…….
Ağır ağır giderken bir tren vagonunda şimdi,bir kelebeğin ölüsünü tutuyorum avuçlarımın arasında,
atmaya kıyamadığım.
‘’Acaba farkındamıydı? ‘’ diye düşünüyorum,
‘’Güzelliğinin ve bu kısacık ömre sığdırılan tüm yaşanmışlığının’’.
Ve dönüş yolunda susuyorum artık….
Öyle büyük ki şimdi sustuğum yer,
Sadece ben değil,bana ait olan her şey,sevgim,saygım,gücüm,zayıflıklarım,yarıda kalan sözlerim,hayal kırıklıklarım,tarifsiz kırgınlığım,doğrularım,yanlışlarım hepimiz sığıyoruz içine, yine de koca bir boşluk kalıyor geriye,
Sustuğum yerde kırdığım,kırıldığım devrik bütün cümleleri onarmak istiyorum şimdi.
İmla hataları ile dolu,öznesi yüklemine karışmış bütün öyküleri sil baştan yazmak,ve o koca boşluğu tekrar doldurabilmek
Hayat bir kez daha eğilip alnımdan öpebilsin diye…………
NOT=Bence gerçekten de bir müddet susma zamanı.
Yazdıklarım artık benim bile içimi karartmaya başladı bu aralar.
İçimin devrik cümlelerini biraz onarayım,tekrar görüşürüz...........
12 Ağustos 2011 Cuma
HAYAT TAM DA ORTA YERİMDEN KIRILDIM SANA......
Gördüm, duydum,
hissettim,okudum,
yazdım, düşündüm,
sordum,cevap verdim,
dinledim,sessiz kaldım,
anladım,anlattım,
merak ettim, merak edildim,
tanıdım, tanındım,
sandım,kandım,
güvendim,yanıldım,
yandım,
kırdım, kırıldım,
acıdım,acıttım,
şaşırdım, üzüldüm,
ağladım, güldüm,
heyecanlandım,diledim,
sevdim,sevildim,sevindim,
düşledim,
başladım, bitirdim,
gittim, geldim,
arada kaldım,
düştüm,kalktım,
canım yandı, can yaktım,
ekledim, çıkardım,
eksildim,çoğaldım,
büyüdüm, öğrendim,
Yani yaşadım..........
Şimdi dönüp de baktığımda ardımda bıraktığım yaşama farkına varıyorum ki;
Hayat tam da orta yerimden kırılmışım sana.
Aklım bir yana düşmüş, yüreğim diğer yana.
Cebimdeyse küstüklerim……….
Kendi gözümün körü kendi sözümün yalancısı gibiyim.
Nakaratı olmayan bir şarkı dilimde,
eksik yazılmış,
eksik bırakılmış.
Kime söylesem anlamıyor,ezberinde kalmıyor.
Ben hala kendini ifade çabalarında........
Hayat tam da orta yerimden kırılmışım sana.
Ne sözümde durabildim bunca zaman,ne de sözümü geçirebildim o umursamaz tavrına.
İçimde söyleyemediklerim.
Bir dönmedolap gibi kah yukarıda, kah aşağıda geçip gitmiş günlerim.
Üzerimde hep bir neye niyet neye kısmet halleri.
Başı sonu belli olmayan yerlerinden yakalanıyorum ya çoğu zaman sana.
Yırtık düşlerimin arasından hep gerçek sızıyor.
Hayat bilirim adil değilsin,
Sağlaman da yok senin,temize çekilmezsin.
Bakma sen benim ağlayıp sızlanmalarıma.
Alacağım yok hiçbir yürekten bütün hesaplar kapandı.
Ben sevgimi kimseye borç niyetine vermedim.
Sana ne kadar kızarsam kızayım,sen yine de gözünün önünden ayırma beni.
Dirsek temasını kesme.
Çok zorlansan da bu deli kızla,aklımı yerinde,elimi elinde tut…..
Ama ben de hep yaptığım gibi, yine yüreğimin sesinden gideyim.
Olur mu?
Anlaştık mı?............
11 Ağustos 2011 Perşembe
ADSIZ HİKAYENİN KAHRAMANLARI......
Sarıldılar..
Tüm geçmişleriyle, gelecekleriyle, ilikleriyle...
Belki "Dur gitme, burada kal ." diyecek kolları yoktu ama;
başını erkeğin omzuna koyduğunda kadın, bir bütünü oluşturuyorlardı..
Başbaşa, bir arada..
Belki adı konmamış bir hikayenin iki kahramanıydılar ama;
Adamda kadına ait bir şeyler,
Kadında sadece adamın açabildiği kapılar vardı…
Bir çocuğun bayramlık ayakkabısına sarınan kollarıyla,
Uzaklardaki annesine gelen geçen uçaklarla selam söyleyen çocuğun kanatlarıyla,
Yaşamı hep koklayarak yoklayan insanların, kullanılmamış tüm duyularıyla,
Hep yarım kalmış veya ellerinden alınmış, doyasıya yaşanmamış,
kendinden kaçılmış bir ömrün tüm farkındalığıyla birlikteydiler,
Sarıldılar…
Tüm geçmişleriyle, gelecekleriyle, ilikleriyle...
Sessizce,birbirlerine yaralarını gösterir gibi usulcacık…
Birbirlerinin gözlerindeki aynı yalnızlığa bakarak,
Birbirlerinin gözlerindeki aynı yalnızlığa bakarak,
Aydınlıkları kadar karanlıklarını,doğruları kadar yanlışlıklarını da göstermekten çekinmeyerek…
‘’Bak bunlar benim gözyaşlarım…Bak bunlar benim en boş tarafım…Ben en çok buradan acırım…’’deyip öylece kaldılar.
Sarıldılar….
Tüm geçmişleriyle, gelecekleriyle, ilikleriyle...
Hiçbir başka şeye bürünmeye,kaçmaya,sakınmaya,yapay gülücüklere ve rollere gerek görmeden….
Yürümekten çok yorulmuşken,şu köşebaşında dinleneyim arzusuyla bavulu Arnavut kaldırımına bırakıp soluklanır gibi….
Dışarıda hayat tüm telaşesiyle sürüp giderken,hayata perdelerini kapatıp sadece
Dışarıda hayat tüm telaşesiyle sürüp giderken,hayata perdelerini kapatıp sadece
Sarıldılar..
Tüm geçmişleriyle, gelecekleriyle, ilikleriyle...
Belki "Dur gitme, burada kal ." diyecek kolları yoktu ama;
sarılmak hiç bu kadar çoğul olmamıştı…….
sarılmak hiç bu kadar çoğul olmamıştı…….
8 Ağustos 2011 Pazartesi
BEN'SİZ......
Başkaları için yaşanmış günler sürüsünden bir gün daha geçti…..
Sahte gülüşler,sohbetler eşiğinden geçtiğimde,artık çevremdeki kalabalığın bir ağırlığı yoktu….Her şey gereğinden fazla hafifti…
İçimde gitmelerin düşleri,ipleri göğe bağlı bir kuklayı oynadım.
‘’Daha daha nasılsınız ?’’dı,
‘’Sağlığınıza duacıyız’’dı,
‘’Bu gün ne kadar güzelsiniz’’di
‘’Bu renk size ne kadar yakışmış’’tı,
‘’Kısmet.Hayırlısı böyleymiş,her şeyde bir hayır vardır,bir kapı kapanırsa diğeri açılırmış‘’lardı
Yelkenleri fora çağındaki bütün gemilerim limanda demirledi bugün,
Karaya oturdu bütün düşlerim,
Sığ sularda boğuldum……
Sorumluluklar,vefa borçları,ayıp olmasınlar,mış gibiler tekrar tekrar sulandı kendi toprağında.
Bu gün her şeyde bir hayır vardı ama hiç birinde ben yoktum……..
Terlemeden,üşümeden,ıslanmadan,yanmadan yaşadım bugün,
Bir kaşık suda külden gemiler yüzdürmeye çalıştım.
Dar yokuşlardan evime doğru tırmanırken,beni bağlayan bütün kukla iplerini koparıp sadece nefes almak istedim.
Ben’siz geçen bir gün daha yazıldı tarihin sararmış sayfalarına.
Ben’sizdi bugün …..
Peki bugünkü günde siz gerçekten varmıydınız?...........
3 Ağustos 2011 Çarşamba
BİR ÇOCUK GİBİ........
Kulaklarımla duysam da inanmayacağım sözlerle konuş bana,
Duyup da inanmadıklarımla ya da duymazdan geldiklerimle.
İstediğin halde hiç kullanmadığın kelimelerle anlat.
Hep dilinin ucunda olan ama dilinin dönmedikleriyle mesela...
Ben sessiz kalayım.......
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek yerlerden bahset bana,
Aslında aklımda olup da gidebileceğime ihtimal vermediklerimden.
''Başıma böyle bir güzellik gelmez, bana şans uğramaz ''dediklerimden.
Olamayacağını düşündüğüm için görmezden geldiklerimden ya da görüp de değer vermediklerimden...
Ben düşünemeden öylece durayım......
Gözünle görmezsen inanmayacağın yerlerden bak bana,
Olanı değil olmayanı gör,
Görmediğini oldur.
Köşe başında bekliyor aşk.
Bak eli kulağında...
Etrafına bakındığında gözüne ilk ben çarpayım...
Aklımn almadığı yerlerden sor bana,
Akıl işi değil ki bu!
Cevapsız kalabileyim......
Beni göründüğüm gibi bil,
Ama ben bildiğinden öte olayım.
O incecik sınırdayım şimdi.
Yüreğine dayandım.
Bırak kendini bana,
Aklında sadece ben kalayım,
Yüreğinde ben olayım.
Her aşk bir diğerinin kopyası oldu artık.
Sen kağıdı kalemi bırak.
Ben bu sayfada en temiz kalanım......
Bir çocuğun gözlerinden bak bana,
Her seferinde ilk defa görüyormuş gibi heyecanlı, coşkulu, istekli, sevgi dolu.
Bir çocuğun diliyle konuş,
Sor içinden geleni, içinden geldiği gibi.
Yeni kelimeler yarat çocuk aklınla, anlamını sadece ikimizin bildiği...
Bir çocuk gibi küs küseceksen,
As suratını ama uzun sürmesin.
Bir söze, bir bakışa döndür yine çevirdiğin başını.
Bir öpücüğe kan, bir elma şekerine sevin...
Bir çocuğun aklıyla düşün,
Sınır tanıma, anlam koyma.
Olanı olduğu gibi yaşayalım, bırakalım sonsuzluğa...
Bir çocuğun yüreğiyle sev beni,
Karşılıksız, çıkarsız, olabildiğince yalın ama ısrarlı..
Her vazgeçtiğin anda ve her gün yeniden başla...
Bir çocuğun elleriyle dokun,
Meraklı, yavaş yavaş, yeniden keşfederek..
Dokunduğun yere en masum izlerini bırak tarifi olmayan bir hevesle...
Dokunduğun yerde bırak kendini...
Bir çocuğun düşleriyle sarıp sarmala beni.
En güzel niyetlerle büyüt içinde...
Bir o kadar çok, bir o kadar içten, bir o kadar gerçek…
Ve öyle ikna olayım ki hep seninle kalayım…………
30 Temmuz 2011 Cumartesi
UMUDA YOLCULUK..........
Hayat ikinci el elbiseler satan dükkanların tezgahına düşmüş sanki,
Defolu,Hayat,üzerimde eğreti duran bir elbise,
O mu benim üzerimden dökülüyor,yoksa ben mi sığamamışım içine bilmiyorum.
İğne iplikler yetmiyor dikmeye,
Gün be gün daha da fazla sökülmekte,ipin ucu kaçmış bir kere,
Yama tutmuyor…….
Aynanın karşısına geçiyorum.
Her zamanki saatlerimin dışındayım bugün,zaman yok,acele yok.
Akreple yelkovan sessizce beni izliyor…..
Çırılçıplak soyunuyorum.
Çıkarıyorum üzerimden bana büyük gelen ya da benim küçük kaldığım hayatı,
Naftalinliyorum,katlıyorum bir güzel.
Atmaya kıyamadıklarımın yanına yerleştiriyorum güzelce,dirsek temasını da kesmemek lazım
Dolabın bir köşesinden de kırılıp da atılan hayallerim bakıyor.
Günlük durumlara göre kullanılan maskelerimi de çıkarıyorum teker teker,onları atmaya kıyıyorum.
Kendimi giyiniyorum sonunda itina ile.
Üzerime tam oturuyor.
Şimdi hayat ‘ben’im işte.
Hayat benim üzerimde…..
Omuzlarıma her ihtimale karşı bulutlardan bir şal atıyorum,
Dışarıdaki geçmişten gelen serinlik üşütebilir belki…..
Çantamı hazırlıyorum,
İçinde iğne iplik,bozuk para,çocuk ruhum,gazoz kapakları,uçan balonlar…..
Gökyüzünü sürüyorum yüzüme makyaj yerine…..
Gözlerimin rengi çıkıyor ortaya ışıl ışıl,beğeniyorum….
Kendi gözlerimi kıskanıyorum kendimden….
Kararlıyım bu sefer,şimdi her şeye yeniden başlamanın zamanı,
Hangi durakta kaldıysam yola devam etmenin zamanı.
İçimdeki kışa inat bir bahara kanmam lazım.
Bir kez daha bakıyorum aynada kendime,
Evet,yakıştım kendime,hayat üzerime tam oturmuş bu sefer.
Bedenimin bütün kıvrımlarını çıkartmış gözler önüne…..
İçimin yangınlarını,uçsuz hayallerimi,bucaksız hayal kırıklıklarımı,avaz avaz suskun dilimi…
Kapıyı kapatıp yavaşca elimdeki adrese ilerliyorum yeni öğrendiğim yollardan.
Adrese vardığımda içeriden sesler geliyor,’’umarım bu sefer de geç kalmamışımdır’’ diyorum içimden.
Ben zili çalmadan kapı açılıyor ve koskocaman gülümsemesiyle umut kapıda beliriyor.
‘’Hoş geldin küçüğüm,seninle beraber yapacağımız daha çok şey var’’…..
İçeri giriyorum………
29 Temmuz 2011 Cuma
GEÇMEYEN YARA.......
Gözle görülmeyen bir yerinde,içinin taa derinlerinde mesela,
Artık senin ayrılmaz bir parçanmış;elin, gözün, kulağınmış gibi taşıdığın,
Her canın sıkıldığında,acıdığında veya acıttığında başkalarını istemeden,
Bir günün bir diğerine uymadığında mesela,
Kendini bilmediğin huysuz,umarsız zamanlarında,
İçindeki boşluklar üşüdüğünde,
Şimdiye kadar kendinle birlikte kaç kişiyi de üşüttüğünü düşündüğünde,
Başkalarına az,kendine fazla geldiğinde,
Akıp giden zamanı yakalayamadığında,
Tutamadığında her istediğin yerinden hayatı,
Kendine hep geç kaldığını düşündüğünde ama artık yetişmek için de çabalamadığını fark ettiğinde,
Sürekli anlaşılamamaktan şikayet edip ama sen anlatabildin mi kendini bilmediğinde,
Gün bitimlerinde,mevsim geçişlerinde,
Bir sevgiliden ayrıldığında veya yeni birisine sil baştan aşık olduğunda,
Bir dosta kırıldığında,ailene gücendiğinde,
Ya da seninkiler kadar yalnız iki göze derinliğine baktığında,
Tam geçmeye başlarken tatlı sert kaşınmaya başlayan bir yara gibi çıkar karşına yeniden.
YALNIZLIĞIN………
Boşverilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi ,senin tarafından,
Ama bu boşveriş de boşuna değildir,
Boşuna boşvermemişsindir çünkü bilirsin o kat kat kabukları kaşımaya başlarsan
akacak kan seninle birlikte başkalarına da bulaşacaktır.
Hep orada olduğunu bilirsin,boşverirsin,kaşımazsın
Kendine sarılır,yaşarsın ............
27 Temmuz 2011 Çarşamba
PREMATÜRE AŞKLAR......
Ben prematüre doğmuşum...
Tıpkı cezasını doldurmayı bekleyemeyip, sabırla tünelini kazan bir mahkum gibi, firar edivermişim annemin rahminden.
Cenin aklımla neleri düşünüyordum o anda, bunları bilmem mümkün değil,(ama yine bir şeyler düşündüğümden kesin eminim...)
''Tamam demişim'' herhalde''bu kadar yeter''(ki hayatta ipleri kendi kontrolümde olmayan herhangibir şeyi beklemekten hep nefret etmişimdir) ve öylesine apar topar,hatta bir kolu sakat dünyaya gelmişim...
(Bu arada annemin hamileyken 2 kere karın üstü düşmesi de kafa sakatlıklarımın izahıdır)
Öylesine,hayatımda da hep olduğu gibi ,her anı kontrollü,hep bir yerlere yetişme,hep bir şeyleri kaçırma telaşındaki,2 kilo 100 gram bir canlı......
Kendimi yeteri kadar güçlü, olmuş sanıyordum belki de.
Kendi başıma sorunsuz nefes alacağımı, hayatla baş edebileceğimi, yüzüme doğru eğilen suretlerdeki “hoş geldin” gülümsemelerine, küçük bir ağlamayla yanıt vereceğimi düşünüyordum bence.
Her zaman boyumdan büyük işlere kalkışmamın nedeni burada gizli olsa gerek: doğduğum anda...
Sonuçta, olması gereken kilodan en az 1 kilo 400 gram eksikle başlayan bir firari, hayata kaçtığında bunları yapamıyor tabii ki…
Yakınların endişeli bakışları ve uzaklardan her nedense gelmiş kem gözlü kadınların “çok yaşamaz” fısıltıları arasında küveze alınmışım.
Beklenilenden az, sadece üç gün kalmışım küvezde.Kolum da sakat kalmaktan kurtulmuş kısa sürede.
(Ki,sol kolumu eski Osmanlı kadını babaannem'e ve onun saf zeytinyağlı formüllerine borçluyum.)
Sonra, düşünü kurduğum özgürlüğe ve annemin sütüne kavuşmuşum.
Doktorlar, reflekslerim çok güçlü olduğu için hayatta kaldığımı söylemişler.
Bazen, annemle ya da yakın akrabalarımla konuştuğumda, ilk anların çok umutsuz olduğunu söylüyorlar.
Maymun yavrusu şeklinde dünyaya gelen bir yaratığa ,bazı tanıdıklar bir süre beklemişler “maaşallah” altınlarını takmak için, ne olur ne olmaz olmaz diye…
Ev ziyaretinden giderken de''Yazık,ilk çocukları ama çok yaşamaz''kehanetini de yapıştırmışlar ''Nostradamus'la rekabete girerek...
Biraz kem gözlü kadınlara inat, biraz da hayata ayıp etmeyeyim diye yaşamayı becerdim sanırım,
Hayat beni şikayet etmesin diye…
Bazı aşklar da prematüre bebeklere benzerler,
Çünkü prematüre doğarlar.
Dokuz ay on günde sağlıklı doğabilecek bir bebek, vaktinden önce dünyaya kavuştuğunda yaşamayabilir ya da sakat kalabilir eğer yeterince inatcı ve güçlü değilse......
Bazen bu durum önceden öngörülebilir.
O zaman, siz ne kadar üzülürseniz üzülün doktorlar size kürtajı önerirler.
Sağlıklı bir bebek isitiyorsanız eğer, bu riske girilmez.
Hatta, kimi zaman prematüre bebek sizin hayatınızı bile tehdit eder,sizin yaşamda kalmanız için, onun alınması şarttır.
Benimki gibi mucize kabilinden bebeklere çok rastlamaz tıp bilimi ve ben istatistiklerdeki çok küçük bir yüzdeyimdir sadece…
O yüzden, istisnayımdır, tıpkı bazı aşklar gibi…
Evet,bazı aşkların prematüre olacağı baştan bilinir ve istatistiklerdeki küçük bir rakam için riske girilmez…
Bazen bazı aşklar,istisna olmalarına,hiç istememenize rağmen kürtaja kurban giderler.........
(Not=Yazımda canım Dostum,Taylan Sezginer'in bir yazısından esinlenme vardır.......)
YOLUN AÇIK OLSUN........
Kendi filminde, başkalarının kurguladığı senaryolarla en iyi yardımcı oyuncu rolünde birincilik ödülleri alıyorsan hep,
Ruhun bedenine,hayallerin ufkuna,ayakların yorganına sığmıyorsa artık,Hayatını zücaciye dükkanına girmiş bir fil gibi ürkek,korkak yaşamaya başlamıssan,
Çirkin yüzünü saklamak için kat kat boyanan,yağan yağmurla makyajı akmış bir kadın suratı gibiyse artık dünyan,
Bir yol ayrımına gelirsin,
Cebindekileri çıkarır,üst üste eklersin,
Bildiklerini,sana öğretilenleri,üstüne teyellenen elbiseyi,suratına iliştirilen maskeyi,
Bilirsin yazmak için silmenin gerektiğini,
Öğrenilmişlikleri,çaresizlikleri,ruhsal direnişleri,umutsuzluk depremlerini,sabitlenmeleri
üzerindeki katları çıkarır gibi bir bir suya vermek gerektiğni,
Daha ileri atlamak için bir adım gerilemek,
Hatırlamak için unutabilmek gerektiğini,
Daha fazla bekleyemezsin Araf’ta,
Siyahla beyaz,
Sıcak ile soğuk,
İyi ile kötü,
Güzel ile çirkin arasında,
Sırtındaki Brütüs koleksiyonuyla
Atarsın adımını bulunduğun eşikten,
Vazgeçebileceklerinden vazgeçer,
Elinde kalanların,geride bıraktıklarına değeceğini umar
Ve yoluna devam edersin,
Yolun açık olsun …..
26 Temmuz 2011 Salı
AKREP YELKOVANI SOKTUĞUNDA..........
Yarın, evden çıkmadan önce aynaya bak ve surat dolusu gülümse kendine içinden,gelmese de……
Gülümse en çok kendine,yüreğine…..Evet,kandırıldın,
Sana anlatılan masallardaki gibi değilmiş dünya,
İyilerin kazandığı ve ödüllendirildiği yaşamlar sadece ‘’Bir varmış,bir yokmuş’’lardaymış,
Sevgi,dürüstlük,namus sadece ‘’evvel zaman içinde’’lerde prim yapıyormuş,
Eğer insan isterse,ulaşamayacağı hiçbir yer yokmuş,
Kendi içimizdeymiş ‘’Kaf Dağları’’
Kaç tanesini öpersen öp,’’Kurbağalar ‘’hiçbir zaman’’ prens’’ olamıyormuş,
O cam ayakkabı asla senin ayağına göre üretilmemiş,
Tek gözünü alıp daha da ürkütücü kılarken devleri,kendimize benzemeyenden korkmayı,onu dışlamayı öğretiyorlarmış bize…
Evet,kandırıldın,Ama aldırma,kızma seni kandıranlara,
Onlar da senden önce aynı masallarla kandırılmışlardı.
Hani,duvardaki tablo yerinden çıkarıldığında geride koskocaman bir iz bırakır ya,
Ya da dal dal,tomurcuk tomurcuk açarsa çiçek ‘yerini sevdi’ derler ya,
Onlar da zaman zaman kendilerini yerinden çıkarılmış tablo,yeri değişmiş çiçek gibi hissetmişlerdir yaşarken,
Kimi zaman onların da saatlerinde akrep yelkovanı sokmuştur ..
Sen en iyisi bırak bunları,kendi içine bak…..
Gözlerin anlatır sana nerede olmak ve ne yapmak istediğini…..
Gözbebeklerinden fışkıran ışığa sor,neden her zaman dünyayı aynı coşkuyla seyretmediğini,
Gülümse,en çok kendine,
Göğe bakmayı da ihmal etme….
Sihirli fasulyeler yok ama; seni düşler ülkesine götürecek,
Her sabah mucize gibi tekrar tekrar ağaran bir tan var,
Buluta sinirlenme ara ara güneşi sakladığında,
Güneşin de hakkı dinlenmek,
Biraz dinlendikten sonra daha çok göz kamaştıracak..
Korkma……………….
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)